Sosyoekonomik Durumun Eğitim Hakkıyla İlgisi Ne?

Öğrencilerin 12 yıllık zorunlu eğitimin sonunda girdikleri Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları açıklandı. Sadece “kazananların” ve “kaybedenlerin” konuşulduğu bu ve bunun gibi diğer sınavlar eğitim hakkıyla ilgili neler söylüyor? Eğitime erişmek nitelikli eğitim hakkına da erişebilmeyi sağlıyor mu? ERG Politika Analisti Özgenur Korlu, hanelerin sosyoekonomik durumunun eğitimi nasıl etkilediğini, eğitimin toplumsal eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğini ERG Blog’a yazdı.

Özgenur Korlu
ERG Politika Analisti

Çocukların nitelikli eğitim hakkını güvence altına almaya yönelik çalışmalarla birlikte Türkiye’de ve dünyada eğitime erişimle ilgili önemli adımlar atıldı. 2022 yılı verilerine göre, Türkiye’de zorunlu eğitim çağındaki (6-17 yaş grubu) çocukların yüzde 96,3’ü bir eğitim kurumuna kayıtlı. Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yapılan son paylaşımlar, zorunlu eğitim çağında olmamasına karşın okulöncesi eğitime erişimde de, özellikle 5 yaşta, önemli bir ilerlemenin kaydedildiğini gösteriyor. Diğer yandan, nitelikli eğitim hakkının gerçekleşmesi sadece eğitime erişimin sağlanmasıyla mümkün değil. Eğitime erişimin artmasıyla birlikte öğrenci çeşitliliğinin de artması, eğitim sistemlerinin, farklı çocukların ihtiyaçlarına cevap verebilir şekilde, evrensel tasarım ilkelerini ve çocuk haklarını temel alarak tasarlanmasını gerektiriyor. Bunlar yapılmadığında toplumda var olan eşitsizlikler, eğitim sisteminde yeniden üretiliyor. Eğitim sistemleri karşısında durması gereken eşitsizliklerin yanında yer alıyor; çocukları değil, eşitsizlikleri destekliyor.

Doğru müdahale programları olmadığında iki çocuk arasındaki en ufak farklılık dahi çocukların nitelikli eğitim hakkının gerçekleşmesini etkileyebilir. Güncel tartışmalar ışığında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden, özel eğitim ihtiyacına kadar pek çok konu erişimin artmasına karşın nitelikli eğitim hakkının güvence altına alınamamasına örnek gösterilebilir. Bu konu özelinde veriye ulaşım kolaylığı ve etkilediği çocuk sayısı bakımından öne çıkan farklardan biri sosyoekonomik durum. Hem İstanbul‘da yürütülen bir araştırma, hem uluslararası değerlendirmeler hem de kademeler arası geçiş sınavları, Türkiye’de sosyoekonomik durumun eğitim çıktılarına etkilerini azaltacak, eğitimde eşitliği ve adaleti artıracak müdahale programlarına ihtiyaç olduğunu gösteriyor.

İki gelir grubu arasında 7 kat fark var

Sosyoekonomik durumun eğitime etkisinden söz ederken öncelikle iki hane arasında nasıl bir fark olduğunu göstermek gerekiyor. Bunun için kullanılan göstergelerden biri olan eşdeğer kullanılabilir fert gelirine göre yapılan karşılaştırma, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı payın (yüzde 48,0), en düşük gelir grubununkininden (yüzde 6,0) 7 kat fazla olduğunu gösteriyor. Hanehalkı tüketim harcamalarına ilişkin istatistiklerde ise geliri daha yüksek olan grupların eğitime daha fazla harcama yaptığı görülüyor: 2022 verilerine göre hanehalkı eğitim harcamalarının yüzde 59,6’sı en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapılırken sadece yüzde 1,5’ini en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grup yaptı.

Gelir ve harcama verilerinin gösterdiği bu farkların hanedeki çocukların eğitim deneyimine nasıl yansıdığı ise araştırmalarla ortaya konuyor. Gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu İstanbul’da yapılan Çocuğun İyi Olma Hâli İstanbul Araştırması’na göre düşük sosyoekonomik statüdeki hanelerde, veliler çocukların derslerine yardımcı olma konusunda kendilerini daha az yetkin hissediyor, bu hanelerdeki çocuklar evde düzenli ders çalışmakta diğer gruplara göre daha fazla zorlanıyorlar. Ayrıca araştırma, en düşük sosyoekonomik statüdeki çocukların yüzde 82’sinin okul için gerekli ders malzemelerine sahip olmadığını ortaya koyuyor. 

Sosyoekonomik durumdan kaynaklanan fark 110 puan

Sosyoekonomik durumun hanelerde yarattığı farkları, eğitim çıktıları üzerinden izlemek de mümkün. Aynı eğitim sistemindeki öğrencilerin hem akademik hem de sosyal ve duygusal becerilerinin sosyoekonomik durumlarından nasıl etkilendiği,  bu analize yönelik ölçekleri olan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı), TIMMS (Türkçe: Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması), OECD Sosyal ve Duygusal Beceriler Araştırması ve PIRLS’te (Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Araştırması) paylaşılıyor.

Bu araştırmalar arasında en güncel veriye sahip olan ve diğer araştırmalara göre daha küçük yaştaki öğrencilerin (4. sınıflar) katıldığı PIRLS, velilere uyguladığı anketle öğrencilerin sosyoekonomik durumunu ölçüyor ve araştırmaya katılan öğrencilerin ortalama puanlarını bununla ilişkili olarak hesaplıyor. Ankette velilere evdeki kitap ve çocuk kitabı sayısı, velilerin eğitim düzeyleri ve meslekleri soruluyor. Bu bilgilere dayanarak öğrenciler üç kategoriye (yüksek, orta ve düşük sosyoekonomik durum) ayrılıyor. 

PIRLS 2021’e Türkiye’den katılan yüksek sosyoekonomik düzeydeki öğrencilerin ortalama puanı 564, orta düzeydekilerin 516, düşük düzeydekilerin o ise 454. Bu verilere göre yüksek ve düşük düzey sosyoekonomik durumdaki öğrenciler arasında 110 puan fark var. Üstelik Türkiye, Brezilya, Bulgaristan ve İran’ın ardından bu iki sosyoekonomik düzey arasındaki farkın en yüksek olduğu 4. ülke.

10 yaştan itibaren sosyoekonomik durumun etkileri izlenebiliyor

Sosyoekonomik durumdan kaynaklanan farklar Türkiye’nin katıldığı diğer uluslararası araştırmalarda farklı yaş grupları için görülse de PIRLS’teki bulguyu özellikle önemli kılan, sosyoekonomik durumun eğitime etkilerinin 10 yaş gibi erken bir dönemde dahi oldukça ciddi bir seviyede olduğunu göstermesidir. Üstelik hem PIRLS hem de İngilizce konuşulan ülkelerdeki farklı araştırmalar, sosyoekonomik olarak dezavantajlı çocukların okuma becerilerini desteklemenin erken dönem okuma aktiviteleriyle¹ mümkün olduğunu ortaya koyuyor. PIRLS 2021’de, velileri tarafından okul çağı öncesinde erken dönem okuma becerilerini geliştirecek aktivitelerin sık sık yapıldığı belirtilen çocukların ortalama puanı 532, bu aktiviteleri hiç ya da çok az yapanlarınki ise 422. Bu aktivitelere bakıldığında bunların daha fazla finansal kaynak ayrılmasını gerektiren değil çocukları okumaya hazırlayan ve onların daha fazla zaman ayırmalarını teşvik eden uygulamalar olduğu görülüyor. Ayrıca ankette bahsedilen bu aktivitelerin pek çoğu nitelikli okulöncesi eğitim programlarında uygulanıyor. Bu noktada sosyoekonomik eşitsizliğin önlenmesine yönelik müdahale programları arasında nitelikli okulöncesi eğitimin önceliğini ve önemini bir kez vurgulamak gerekiyor. 

Sosyoekonomik durumdan kaynaklanan farkların etkileri, sonuçları dün açıklanan Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda (YKS) da görülebilir. Önceki yıllarda liselere geçiş sistemi (LGS) kapsamında yapılan merkezi sınavda ebeveynlerinin eğitim düzeyi daha yüksek, dolayısıyla sosyoekonomik durumu daha iyi olan öğrencilerin daha yüksek puan aldığı MEB tarafından yapılan bir analizle paylaşılmıştı. Ağırlıklı olarak bu öğrencilerin yerleştiği resmi lise türlerinin ve sosyoekonomik olarak daha avantajlı öğrencilerin devam ettiği özel liselerin YKS sonucunda üniversiteye öğrenci yerleştirmede diğerlerinden daha başarılı olduğu MEB istatistiklerinde görülüyor. Tüm bu bulgular, haneler arasındaki farkların hem uluslararası değerlendirmelerde hem de kademeler arası geçiş sınavlarında eğitim çıktılarına yansıdığını ortaya koyuyor. Yani, YKS’de barajın altında kalan ya da popüler deyimle “sıfır çeken” yeni mezunlar konuşulurken önce hanelerinin sosyoekonomik durumuna, sonra da 12 yıldır içinde bulundukları eğitim sisteminin onları nasıl desteksiz bıraktığına bakmak gerekiyor. 

Eğitimde toplumsal eşitsizlikleri yeniden üreten döngü kırılmalı

Her çocuğun içine doğduğu koşullardan bağımsız olarak eğitime erişimle birlikte akranlarıyla eşit fırsatlara ve seçeneklere erişebilmesi, tüm dünyada eğitim sistemlerinin temel vaatlerinden biri ve nitelikli eğitim hakkının bir gerekliliğidir. Eğitime erişime yönelik politikalar, toplumun her kesiminde okula kayıt oranlarını artırsa da çıktılar, eğitimin toplumsal eşitsizlikleri yeniden ürettiğini gösteriyor. PIRLS 2021’de 10 yaşındaki öğrencilerin okuma becerilerinde, TIMSS 2019’da 5. ve 8. sınıflardaki öğrencilerin fen ve matematik becerilerinde, PISA 2018’de ise 15 yaşındaki öğrencilerin okuma, matematik ve fen becerilerinde sosyoekonomik durumun etkilerini görmek mümkün. Üstelik hem bu araştırmalara hem de YKS’ye katılabilen öğrencilerin daha avantajlı bir grup olduğu belirtmek gerekiyor. Çünkü sosyoekonomik durum, eğitime katılımı, devamı ve zorunlu eğitimi tamamlamayı etkileyen çocuk yaşta erken ve zorla evlilik, çocuk işçiliği, okul terki, sınıf tekrarı ve devamsızlık gibi sorunlarda da etkili. Bu açıdan sosyoekonomik durumun eğitime etkilerinin mevcut verilerin gösterdiğinden daha fazla olduğu söylenebilir. Bu etki, kız çocuklar, engelli çocuklar, anadili Türkçe olmayan çocuklar gibi farklı gruplarda daha şiddetli hissediliyor.

İdeal bir sistemin sadece eğitim sistemindeki düzenlemelerle kurulamayacağı açık. Toplumsal eşitsizlikler üzerinde etkileri olan toplumsal cinsiyet, sağlık, istihdam, bakım vb. politikalarda sorunlar devam ederken tek başına eğitim politikalarında yapılacak düzenlemeler yetersiz kalacak. Fakat bu durum, eğitim sistemlerinin sorumluluklarını azaltmıyor. Başka yazılarda daha derinlemesine konuşulabilecek eğitime ve dezavantajlı okullara daha fazla kaynak ayrılması, hane ve eğitim destekleri, nitelikli okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması, öğretmenlerin desteklenmesi gibi politikalar, sosyoekonomik durumun etkilerinin azaltılmasında kullanılan uygulamalardır. Bunlarla beraber, hatta bunların öncesinde mevcut kaynaklarla yapılacak ilk iş ise eğitim paydaşlarını kutuplaştıran tartışmaları bir yana bırakarak çocuğun iyi olma hâlini ve yeterliliklerinin iyileştirilmesine hep birlikte odaklanmaktır. Bireyin sosyoekonomik durumu sadece bugünkü eğitim deneyimlerini, becerilerini ya da üniversiteyi kazanabilmelerini değil yarınki sosyoekonomik durumunu da etkiliyor. Bu durum, gelecekte de başka çocukların sosyoekonomik durumlarından ötürü eğitim haklarının gerçekleşememesi anlamına gelebilir. Eğitimde toplumsal eşitsizliği yeniden üreten bu döngünün bir an önce kırılması gerekiyor. 

 

¹ PIRLS 2021, daha yüksek puan alan çocukların velilerinin çocuklarıyla şu aktiviteleri daha sık gerçekleştirdiğini belirtiyor: Kitap okuma, öykü anlatma, şarkı söyleme, alfabe oyuncaklarıyla oynama (örn. üzerinde harfler olan plastik bloklar), yapılan ve okunan  şeylerle ilgili çocukla konuşma, kelime oyunları oynama, harf ya da kelimeler yazma ile işaret ve etiketleri yüksek sesle okuma.

 

Yazar hakkında: Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi bölümlerinden 2016 yılında mezun oldu. 2016-2018 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyal politika ve ekonomi yüksek lisans dersleri aldı. 2022 yılında MEF Üniversitesi İşletme Bölümü’nde finans alanında yüksek lisans yaptı. 2018’den beri ERG’de çalışan Korlu, ERG’de veri odaklı çalışmaların genel koordinasyonunu üstleniyor, Türkiye ve dünyada eğitime ayrılan kaynaklar, özel öğretim politikaları, sosyoekonomik durumun eğitime etkileri ve eğitimin çıktıları konularında analiz ve raporlar hazırlıyor.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Uzun Hikâye | “Bizi Okulda Tutabilecek Bir Sistem Yok”

Açık öğretim liselerine giden öğrenci sayısı 2021-22 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 566 bin 255’i buldu. Bu sayının 262 bin 365’i 14-17 yaş grubundaki öğrenciler. Açık öğretim liselerine giden 18 yaş altı öğrencilerin yüzde 50,2’sini kız çocuklar oluşturuyor. Uzun Hikâye’nin bu bölümünde açık öğretim liselerindeki kız

Eğitim İzleme Raporu 2021: Öğrenciler ve Eğitime Erişim

ERG olarak 2008’den bu yana eğitim alanında yaşanan gelişmeleri izliyor, değerlendirmelerimizi Eğitim İzleme Raporları aracılığıyla paylaşıyoruz. Öğrenciler ve Eğitime Erişim, Eğitim İzleme Raporu 2021’in üçüncü dosyası. Diğer dosyalarımıza erişmek için tıklayınız. Eğitim İzleme Raporu 2021: Öğrenciler ve Eğitime Erişim dosyasında salgın sürecinde eğitime ve okulun