Dünyadaşlık Yazıları | Eğitim Bir Arada Yaşamı Nasıl Mümkün Kılabilir?

Bu yıl 19’uncusunu düzenlediğimiz Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın teması “Dünyadaşlık”. Konferansta “Birbirimizi ve tüm varlıkları gözeten, tüm yaşam biçimlerinin varoluşunu önemseyen ‘dünyaları’ eğitim yoluyla nasıl kurabiliriz?” sorusuna birlikte yanıt arayacağız. Ekim ayında gerçekleşecek konferans öncesinde ERG Blog’da yayımlanacak yazılarla dünyadaşlığın farklı boyutlarını konuşmaya, tartışmaya başlıyoruz. İlk bölümde TÜSEV Programlar Uzmanı Tütengül Küçüker, eğitimin ve sivil toplumun bir arada yaşamın gerçekleşmesindeki önemli rolünü kaleme aldı.  

Tütengül Küçüker
Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) Programlar Uzmanı

Öğrenciler oyun mekânında dağınık şekilde dururlar. Öğretmen kendisinden en uzakta ve en yakında olan öğrencinin adını söyler ve yanına çağırır. Her öğrenci kendine bir eş seçer ve oyun başlar. Öğrenciler birbirlerinden en uzak noktaya giderler. Daha sonra doğru koşarak en kısa sürede yakınlaşmaya çalışırlar. En kısa sürede koşarak birbirine yakınlaşan öğrenciler alkışlanır.

İlkokul öğrencileri için oyun önerilerinin yer aldığı Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ders kitabında yukarıda bahsedilen “Uzak Yakın” isimli oyunun kazanımı şu şekilde belirtilmiş: “Dengeleme hareketlerini artan bir doğrulukta yapar.” Peki ama gerçek hayatta farklı yaşam koşullarına, kültürel değerlere, etnik kökenlere ya da ekonomik sınıflara ait çocuklar en kısa sürede birbirlerine yakınlaşıp üstüne bir de alkışlanıyorlar mı? Yoksa herkes en yakınındaki, en çok kendine benzeyenle mi iletişime devam ediyor, kitapta dediği gibi sadece dengede mi kalmaya çalışıyoruz? Kutuplaşmanın bir hayli yükseldiği, toplumsal çatışmaların giderek arttığı, bir arada yaşamanın her geçen gün zorlaştığı günümüzde bahsedilen oyundaki gibi nasıl birbirimize yakın durabiliriz? Karşılaşma mekânlarını nerelerden başlayarak nasıl yaratabiliriz? Çocukluk döneminden itibaren yaşamımızı sürdürdüğümüz ve kültürden bağımsız düşünemediğimiz mikro çevrelerden, okul, mahalle, iş, kent hatta yurttaşlığa varan süreçte illa bir öğretmene mi ihtiyacımız var? Ya da mikro evrenlerimizin dışına çıkmak ve bir arada yaşamak için eğitim üstüne düşünmekle başlamak nasıl olur?

Nasıl bir kapsayıcılık? 

Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın (BAYETAV) “Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması Kutuplaşan Toplumda Bir Arada Yaşama Kapasitesi” başlıklı araştırmasında okul bireyin toplumla bağlarını kurma aracı ve aynı zamanda toplumla ilgili olumlu ya da olumsuz fikirlerin geliştiği yer olarak tanımlanıyor. Peki bu kamusal mekânda “bana benzemeyene” karşı geliştirdiğimiz önyargılar ve ayrımcı davranışlar olmadan nasıl bir eğitim yapısından bahsetmek ya da tahayyül etmek yerinde olur? İşte bu noktada karşımıza çıkan yegâne kavram “kapsayıcı eğitim” oluyor. Bir can simidi gibi ona her tutunmak istediğimizde körü körüne değil, aksine kavramın barındırdığı katmanları da sabırla açmamız ve üstüne düşünmemiz gerekiyor. Kapsayıcılık kavramının kendisinin de çok kolay anlaşılan ya da açıklanabilecek bir kavram olmadığının farkında olarak bu kavramın yanında gelen bir arada yaşamın neye tekabül ettiğini de düşünmek gerekiyor. Prof. Dr. Kenan Çayır, Kapsayıcı Eğitim: Kesişimsel ve Disiplinerarası Perspektifler Çalıştayı’nda yaptığı konuşmada bu kavramının kendi içinde barındırdığı hiyerarşiye dikkat çekerken aynı zamanda kavramın bir arada yaşamdaki önemine değiniyor. Bu yazının temel hedefi bu kavramın etrafındaki tartışmalar olmadığı için kapsayıcılığı adil ve yatay ilişkiler bağlamında ve eğitim özelinde herhangi bir baskın grup tarafından belirlenen çerçevesi olmadan kullandığımı da özellikle belirtmek istiyorum. Yine aynı çalıştayda da belirtildiği şekilde aslında kapsayıcı eğitimle hedeflenen ve bir arada yaşamın bir aracı olan bu anlayış bir nihai hedef değil bir süreç olarak algılanabilir. Ancak o zaman farklı paydaşların devam eden katkılarıyla değişerek ve dönüşerek sadece dengede kalmaktan çıkabiliriz. O halde dengede kalmaktan ziyade harekete geçmek, farklılıklar içinde çatışmadan uzlaşmaya gitmek için nereden başlamamız gerekiyor? 

Ağaçtan üç elma düşse sivil topluma kaç tanesi düşer?

Bir arada yaşamın önündeki engellerin en kaba hatlarıyla toplumsal eşitsizlikler olduğunu söyleyebiliriz. Toplumsal eşitsizlikler toplumsal çatışmaları beraberinde getiriyor. Bu çatışmalar en fazla mevsimlik gezici tarım işçisi ailelerin çocukları, mülteci çocuklar, yoksul çocuklar, Roman çocuklar, kız çocuklar ve özel gereksinimli çocuklar gibi kırılgan gruplar üstünde hissediliyor. Bu toplumsal travmaların telafisi çok kısa zamanda olmayacak olsa da bu travmaların ve getirdiği öğretilerin yerine yenilerini inşa etmemiz için eğitimin iyileştirici gücüne kulak verebilir miyiz? Diğer bir şekilde ifade edersek eğitim içinde bulunduğumuz toplumun hem mikro bir yansıması hem de değişim için önemli bir başlangıç noktası olabilir mi? Ekonomik nedenlerle derinleşen fırsat eşitsizliğinin içinde yaşarken kapsayıcı ve çok kültürlü bir eğitimi tahayyül etmek şu şartlar altında zor olabiliyor. Hak temelli çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının gözlem, araştırma ve savunuculuk faaliyetlerine ve akademiye şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Bireyler için karşılaşma alanlarının yaratılması, bu alanların bir arada yaşam için elverişli ve sürdürülebilir olmasının sağlanması için mücadele veren sivil toplum aktörlerinin çalışmaları bize bu yolculukta eşlik edebildiği takdirde, bu rehberlik sayesinde farklı olandan korkmadan aynı gezegeni paylaştığımızın farkına varabiliriz. Yine BAYETAV’ın araştırmasında belirtildiği gibi, “…kendinden farklı olanın dünyasına ilişkin bilgisizlik yani onlarla temas kurmama ya da ezber bozacak olanlara karşı içe kapanma hâli, cehaleti ve de korkuyu besliyor. Böylece ötekine yönelik ayrımcı tavır gelişiyor.” 

“Bir arada yaşamın başlangıcı eğitim”

Buradan yola çıkarak bir arada yaşamın başlangıcı sayılabilecek eğitimin, önyargılara karşı ortak ve etkin mücadele perspektifiyle, her grubun özgün ihtiyaçları ve sesleri olduğunu gözeterek tahayyül edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi’nin (BOMOVU) Irksallaştırmak Nasıl Hissettiriyor? adlı atölye çalışmasının raporunda yer alan eğitim tanımı da tam da bu hedef doğrultusunda kurgulanıyor: “Hangi pedagojik teknik kullanılırsa kullanılsın, kurum olarak eğitim, sürekli sorgulanabilecek ve sorgulanması gereken bir amaç ile yaratılmış bir alan olarak düşünülmelidir.” Yazıda bahsettiğim karşılaşma alanları da tam olarak birbirimize diyalog alanları yaratabildiğimiz ve bu şekilde birbirimizi anlamayı ve tanımayı başarabileceğimiz bir işlev görüyor.

Sonuç yerine dayanışmayı hatırlamak

Eğitimde hâkim ve yapısal iktidar biçimlerinin dönüşmesi, farklı katmanlarla yenilenmesi ve bir arada yaşamın önündeki engellerin ortadan kaldırılabilmesi için de öncelikli olarak kamunun da sivil alana dikkatini vermesi gerekiyor. Şimdi denilebilir ki sivil toplum için o çok kullandığımız “elverişli” alan yeteri kadar var mı? Bu yazının konusu olmadığı ve kavramın da tartışması uzun süreceği için bu soruyu şimdilik birlikte düşünmek için bir kenara bırakıyorum. Diğer yandan son yıllarda içinden geçtiğimiz pandemi, ekonomik krizler, seçimler ve 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra Türkiye’de “daralan” sivil toplumun tüm bu zorluklara ve yaşanan baskılara inat bir arada yaşamı sesini her zamankinden daha gür ve cesurca çıkararak mücadele verdiğini söylemek yanlış olmaz. Özellikle deprem bölgesinde yaşayan farklı kültürel grupların nasıl kırılganlaştığını ve bir aradalıkların aslında ne kadar narin olduğuna şahit olduk. Diğer yandan ortaya çıkan bu tablo ikircikli bir yapıya da sahip. Bu yazının odak noktası olan eğitim ve hak alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının afet bölgesinde yürüttüğü çalışmaların toplumsal çatışmalar ve ayrımcılıkla mücadelede önemli bir işlev gördüğünü unutmamak gerekiyor. Burada amacım elbette sivil topluma bir güzelleme değil ama bir arada dünyayı paylaşarak yaşadığımızı hep hatırlayarak devam etmek, birbirimizden güç almak, dayanışmayı ve umudumuzu kaybetmemek için küçük bir hatırlatma sadece.

 

YAZAR HAKKINDA: 

Tütengül Küçüker: İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi’nden mezun olduktan sonra lisansüstü çalışmalarına yine aynı üniversitede uluslararası ekonomi politik alanında devam etti. Bir süredir sivil toplumun eğitim, insan hakları ve filantropi gibi farklı alanlarında çalışmalar yürütüyor. İki kedi annesi ve iflah olmaz bir şikemperver. 

İlginizi Çekebilecek İçerikler