Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-2 | “Endoktrinasyon Niteliğindeki Din Öğretimi Düşünce, Din veya İnanç Özgürlüğünü İhlal Eder”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. İkinci bölümde İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Koordinatörü Dr. Mine Yıldırım’la  okullarda dinler hakkında eğitimi, çocukların din ve inanç özgürlüğü hakkı perspektifinden konuştuk. 

Umay Aktaş Salman 
Eğitim Reformu Girişimi Araştırmacısı ve Medya Koordinatörü

Türkiye’de eğitimde din ve inanç özgürlüğü tartışmaları uzun yıllardır sürüyor. 2023-2024 eğitim öğretim yılı başında  “Din, Ahlak, Değer” başlığı altında sunulan yeni “seçmeli” dersler, haberlere sık sık yansıyan, çeşitli dini dernek ve vakıfların okullarda yürüttüğü etkinlikler, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in 17 Aralık 2023’te 38. TBMM Genel Kurulu’nda söylediği “Sizin tarikat-cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz yapılarla protokol yapmaya devam edeceğiz” sözleri son dönemdeki tartışmaları daha da artırdı. Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı din eğitiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Eğitimde din ve inanç özgürlüğü, herkesin inançsızlık da dahil, kendi inancını özgürce yaşayabilmesi, tüm inançların eşit değer görmesi, bir arada yaşayabilmesi ve eğitimin de bu anlayışı desteklemesi olarak özetlenebilir. Ancak eğitimde din ve inanç özgürlüğünü savunmak, dini yok saymak ya da din karşıtlığı gibi algılanabiliyor. Bu yaklaşım, konu hakkında tartışmaları tıkadığı gibi kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Oysa konuyu daha geniş bir çerçevede konuşmak, gündem yapmak çok önemli. “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle bunu amaçlıyoruz. Din öğretimindeki mevcut durumu, tartışmaları, çocuk hakları penceresinden dinler hakkında  eğitimi, eğitimin neyi esas alması gerektiğini ve siyasal kutuplaşmanın eğitime etkilerini konunun uzmanlarıyla konuştuk. Dizinin birinci bölümünde din öğretiminde mevcut durumu ele aldık. İkinci bölümde ise İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Koordinatörü Dr. Mine Yıldırım’la okullarda dinler hakkında eğitimi, çocukların din ve inanç özgürlüğü hakkı perspektifinden konuştuk.


İlk olarak, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı ile başlayalım: Uluslararası literatürde nasıl tanımlanıyor bu hak? Çocuğun din ve inanç özgürlüğü üzerine neler söyleyebilirsiniz? 

Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü uluslararası insan hakları hukuku belgelerinde korunan temel haklardan biri. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluarlararası Sözleşmesi (BM MSHUS), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) tarafından güvence altına alınan bir hak. Bu hak; çocuk veya yetişkin, vatandaş, yabancı, sığınmacı, azınlık veya çoğunluğa mensubiyet, etnik köken veya dil ayırt edilmeksizin, herkesin hakkı. İnsan, sadece insan olduğu için bu hakka zaten sahip, devletlerin bu hakkı ayrıca tanıması gerekmiyor. Herkesin düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkı ve din veya inancını değiştirme hakkı var. Ayrıca din veya inancını tek başına veya birlikte özel alanda veya kamuya açık alanda ibadet, öğretim, uygulama ve ritüeller aracılığıyla açıklama hakkı var. Önemli bir nokta düşünce, vicdani kanaat, din veya inanca sahip olma ve bunları değiştirme hakkının sınırlanamaz olması. Benzer şekilde, kişiler düşüncesini, din veya inancını açıklamaya veya bunlara aykırı davranmaya zorlanamaz. Burada oldukça yüksek bir koruma standardı var. Devletler, hem bu hakka müdahale etmekten kaçınmalı, yani negatif yükümlülükleri var, hem de korumak için gerekli önlemleri almalı, yani pozitif yükümlülükleri var. 

Öte yandan, din veya inancın ibadet, öğretim, uygulama ve ritüeller aracılığıyla açıklanması için kısıtlama söz konusu olabilir. Din veya inançların kapsam ve içeriklerini düşününce, bu açıklama biçimlerinin oldukça çeşitli olabileceğini ve hayatın çok farklı alanlarında karşımıza çıkabileceğini görebiliriz. Dışavurumlar kanunla öngörülmek kaydıyla yalnızca kamu güvenliğini, düzenini, sağlık ya da ahlakı ya da başkalarının temel hakları ve özgürlüklerini korumak gibi amaçlarla, demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlandırılabilir. Sınırlamalar, güdülen amaçla orantılı olmalı ve ayrımcı olmamalı, kümülatif olarak tüm bu koşulları sağlamalı, dolayısıyla dar bir şekilde yorumlanmalı.

Çocuğun düşünce, din veya inanç özgürlüğü de tabii ki yukarıda sözünü ettiğimiz sözleşmeler tarafından güvence altına alınmış. Ayrıca Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin (ÇHS) 14. maddesi devletlere, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterme yükümlülüğü getiriyor. Burada gözden kaçırılmaması gereken kritik nokta, bu hakkın çocuğun hakkı olarak tanımlanmış olması. Ailesi veya öğretmenleri, din veya inanç toplulukları veya devlet görevlileri, çocuk adına bu hakkı kullanamazlar. Onların rolü, bu hakkı kullanırken çocuğu desteklemek


Peki çocuğun bu haklarını kullanmasında ebeveynlerin, devletlerin görevini, sorumluluklarını nasıl tanımlarsınız?

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye (ÇHS) baktığımızda belirgin bir şekilde çocuğun hakkının tanındığını görüyoruz. Öncelikle yukarıda belirttiğim gibi çocuk; düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkını kullanır. Özne çocuktur. ÇHS’nin 14. maddesi devletlerin, “ana–babanın ve gerekiyorsa yasal vasilerin; çocuğun yeteneklerinin gelişmesiyle bağdaşır biçimde haklarının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve ödevlerine, saygı gösterme yükümlülüğüne” yer veriyor. Burada da açıkça çocuğun hakkından söz edildiğini görüyoruz. Ayrıca, çocuğun düşünce, din ve vicdan özgürlüğü “karar verme erki hakları” kategorisinde görülüyor. Bunlar, kişinin kendisiyle ilgili konularda dinlenmesine ve kendi tercihlerini yapabilmesine ilişkin haklar. Çocuklar da dahil olmak üzere herkesin özerk olduğu ve bir kişiliğe sahip olduğu kabulüne dayanıyor. Ancak, İnsan Hakları Hukuku profesörü ve Eski Belçika Temsilciler Meclisi üyesi Eva Brems’e göre yine de, çocuğun din veya inanç özgürlüğüyle ilgili olarak ebeveyn hakları bir kenara atılmış değil ve madde 14’ün 2. fıkrasında açıkça yerini buluyor. Ancak yine de önemli bir ayrım var: “Bu hakkı fiilen kullanacak” olan, çocuğun kendisidir. Nitekim, Çocuk Hakları Komitesi Periyodik Raporlar konusunda devletlere sunduğu kılavuz ilkelerde, çocuğun diğer medeni hak ve özgürlüklerin yanı sıra “düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün” yasalarda nasıl doğrudan çocuğun hakkı olarak tanındığı konusunda bilgi verilmesini ister. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi (BM MSHUS) de devletlerin anne ve babaların çocuklarını kendi dini veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğüne yer veriyor. ÇHS Madde 14(2)’te belirtildiği gibi, ebeveynler çocuğa yön gösterebilirler, ancak bu süreçte dikkate alınması gereken iki temel kural vardır: Birincisi, bu yön gösterme çocuğun gelişen yetenekleriyle uyum içinde olmalı ve ikincisi, ÇHS’nin bütünüyle uyumlu bir şekilde gerçekleşmeli. Bu durumda, örneğin “yönlendirme” fiziksel ya da zihinsel anlamda herhangi bir şiddeti içeremez (Madde 19). Çocuğun katılım hakkı (Madde 12) dikkate alınmalıdır. Görüş oluşturabilecek durumdaki tüm çocukların “kendilerini etkileyen bütün konularda” görüşlerini serbestçe ifade edebilme hakları vardır ve bu güvence, din ve din tercihiyle ilgili konuları da içerir. Ayrıca, çocuğun ifade özgürlüğü vardır (Madde 13). ÇHS’nin bütünü dikkate alındığında, bir yandan Madde 14 çocukların 18 yaşına kadar otomatik olarak ebeveynlerinin dininden sayılmalarını desteklemezken, diğer yandan kimliğin korunması (Madde 8), aile ortamından yoksun kalındığında dinin korunması (Madde 20) ve çocuğun belirli bir topluluk içinde kendi grubuyla birlikte dininin gereklerini yerine getirebilmesi (Madde 30), çocukların, kendileri aksini tercih etmedikleri sürece, ebeveynlerinin din veya inancıyla bağlarının korunması düşüncesini destekler. Nitekim, Çocuk Hakları Komitesi devletlerin periyodik raporlarında, çocuğun dinini ya da inançlarını ortaya koyma özgürlüğü, çocukların belirli bir dini seçmeleri ve din eğitimi veren okullara devam etmeleri için yasalarda herhangi bir asgari yaş belirlenip belirlenmediği konusunda bilgi ister. Sözleşme açısından devletler bu hakkı koruma yükümlülüğüne sahip; hem çocuğun hem de ebeveynlerin hakkını.


Eğitimin din ve inanç özgürlüğündeki rolü nedir? 

Eğitim alanı; düşünce, vicdan ve din özgürlüğüyle kesişen bir alan. Hak sahibi olan ve hakları gözetme yükümlülüğüne sahip farklı öznelerin olduğu, çok paydaşlı bir alan: Devlet (kamu görevlileri), öğrenciler, öğretmenler, ebeveynler ve din veya inanç toplulukları bu paydaşlardan bazıları. Bu bağlamda farklı paydaşlar arasında gerilim olabildiği gibi uyum ve destek de olabilir. Eğitim alanında hakları gözetme yükümlülüğüne sahip en kritik rol tabii ki devletin. Eğitim alanındaki görevlerini yerine getirirken düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü koruma yükümlülüğüne sahip. Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü sınırlanamaz ve kesin koruma altındadır, dolayısıyla kimse belirli bir inanca veya dine inanmaya veya inancını açıklamaya hiçbir koşul altında zorlanamaz. Düşünce özgürlüğü, geniş bir alanı kapsıyor. Buna göre endoktrinasyon veya çocuğun düşüncelerini açıklamaya zorlanması kesin olarak yasak. Bu hukuki standartlar, eğitim sistemi açısından çerçevenin net ve kesin sınırlarından bazılarını oluşturuyor. Örneğin, okullarda endoktrinasyon niteliğinde öğretim düşünce, din veya inanç özgürlüğü hakkının açık ihlali olacaktır. Ayrıca, çocuğun bir dine sahip olma veya olmama özgürlüğü var; dolayısıyla devletler, çocuğu bir dine sahip olmaya veya olmamaya zorlayamaz. 

Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Polonya’yla ilgili bir davada aldığı karar, doğrudan çocukla ilgili. Okulda muafiyet olanağı olduğu hâlde, muafiyet hakkını kullanan öğrencilere alternatif dersler sunulmamasından ötürü öğrencinin okul hayatı boyunca karnesinde “din/ahlak” alanının boş bırakılmasının, din veya inancını açıklamama hakkını zedeleyecek şekilde haksız bir damgalamaya maruz kalmasına neden olduğu gerekçesiyle Madde 9’la birlikte, ayrımcılık yasağını içeren Madde 14’ün ihlal edildiğine karar verilmişti. 

Okulda din eğitimiyle ilgili meselelere gelince, bunları ÇHS’nde yer alan pek çok hakla ilişkisi göz önünde bulundurularak bütüncül bir şekilde anlamaya çalışmak önemli: Ayrımcılık yasağı (Madde 2), çocuğun katılım hakkı (Madde 12), ifade özgürlüğü (Madde 13), düşünce, vicdan ve din özgürlüğü (Madde 14), özel yaşantının korunması hakkı (Madde 16) bilgi edinme hakkı (Madde 17), eğitim hakkı (Madde 28), eğitimin amacı (Madde 29) ve azınlıklara mensup bireylerin korunmasıyla ilgili (Madde 30) hükümler, özellikle öne çıkıyor. Çocuk Hakları Komitesi (ÇHK) devletlerin periyodik raporlarında, “Kamuya ait okullarda ve kurumlarda verilen dini eğitime ilişkin olarak çocukların haklarına saygı duyulmasını sağlamak üzere alınan önlemler ve bu özgürlüğün Madde 14’ün 3. fıkrası uyarınca ne ölçüde “sınırlandığı” hakkında bilgi verilmesini ister.

Dinler hakkında eğitim bağlamında devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri var: Negatif yükümlülükler – yani kamu görevlilerinin müdahale etmemesi-  çocukları, devletin endoktrinasyonuna karşı korur. Din veya inançları ne olursa olsun tüm öğrencilere zorunlu din eğitimi verilmesine izin verilmemesi buna bir örnek. Okulda din eğitimi zorunluysa, çocuk ayrımcı olmayan muafiyet hakkını kullanabilmeli. Ayrıca, muafiyet hakkı kullanımının cezalandırıcı sonuçları olmamalı. Çocuklar eğitim sürecinde de din veya inanç öğretimiyle karşılaştıkları için, çocuğun eğitim hakkıyla ilgili Madde 28-29 ile Madde 14 arasında doğrudan bağlantı kurulabilir. Burada ele aldığımız konu açısından Madde 30’a göre, dini azınlıklara mensup çocukların kendi dinlerine inanma hakkından yoksun bırakılamayacağını ve devletlerin bu hakka müdahale etmeme hususunda negatif yükümlülük sahibi olduğunu söylemeden geçmeyelim. Fakat devletlerin yükümlülükleri bununla sınırlı değil; aynı zamanda, “Azınlık grubun kültürel kimliğini, dilini ya da dinini korumak” için hem kendisinin hem de başkalarının hareketleri açısından pozitif önlemler alma yükümlülüğü getirir. Türkiye’nin, Madde 29 ve Madde 30’la ilgili olarak çekincesi var. Buna göre bu hükümleri, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın metnine ve ruhuna uygun olarak uygulama hakkını saklı tutmaktadır.” Fakat ÇHK, Türkiye’nin bu çekincesinin, “1923 tarihli Lozan Antlaşması çerçevesinde azınlık olarak tanımlanmayan, başta Kürtler olmak üzere, etnik gruplara mensup çocuklar üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini” belirtip, Türkiye’ye çekincesini geri çekme tavsiyesinde bulundu. Pozitif yükümlülükler, devletin çocuğu başkalarının endoktrinasyonu veya müdahalelerine karşı korumak için de atması gerekebilecek önlemleri de içerir. 

İnanç Özgürlüğü Girişimi izleme ve raporlama da yapıyor. Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, seçmeli din dersleri ve okul ortamı kapsamında baktığınızda, çocuğun din ve inanç özgürlüğü hakkında nasıl bir tablo var? 

Eğitim sisteminde pek çok alanda düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü etkileyen düzenleme  ve uygulamalar var. Dediğiniz gibi zorunlu din kültürü ahlak bilgisi (DKAB) dersi, seçmeli din dersleri ve okul ortamı öne çıkan bazı konular. Zorunlu DKAB dersi ders programı, kitap içeriği ve öğrencilerin deneyimleri açısından hâlâ önemli sorunlar içeriyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konuda çok önemli ve bağlayıcı kararları var. AİHM’in Hasan ve Eylem Zengin (2007) ile Mansur Yalçın ve Diğerleri (2014) kararlarında, gerek zorunlu DKAB ders içeriğinin objektif ve tarafsız olmaması, gerekse ebeveynlerin çocuklarını kendi dini veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme haklarını ihlal etmesi nedeniyle Türkiye’nin Avrupa İnsan  Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ek 1 Sayılı Protokolü’nün 2. maddesinde korunan eğitim hakkını ihlal ettiğine karar vermişti. Bu ihlallerin yeniden yaşanmaması için kararların öngördüğü ve devletin almakla yükümlü olduğu genel önlemler halen alınmış değil. Nitekim Türkiye hükümeti bu kararlarla ilgili Avrupa Konseyi’ne gönderdiği Mart 2023 tarihli en son iletişimde, derslerin objektiflik ve çoğulculuk kriterleriyle ve Toledo İlkeleri’yle uyumlu olduğunu savunmuş, muafiyet mekanizmasının genişletilmesine gerek duyulmadığını ifade etmişti. Dolayısıyla Millî Eğitim Bakanlığı’nın DKAB dersiyle ilgili bir sorun görmediğini anlıyoruz. Bu nedenle sivil toplumun Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ni derslerin içeriği ve çocukları nasıl etkilediği konusunda bilgilendirmesi çok önemli. İnanç Özgürlüğü Girişimi olarak biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Kararların infazı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından yeniden Haziran 2024’te görüşülecek. Biz yine öncesinde Bakanlar Komitesi’ni bulgularımızla bilgilendireceğiz. 

Eşit Haklar için İzleme Derneği işbirliğiyle hazırladığımız Türkiye’de Zorunlu Din Eğitimi: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi ve Kitapları Hakkında İnsan Hakları Temelli Bir Değerlendirme raporunda, ders kitabı içeriklerinin, çocuğun düşünce, din veya inanç özgürlüğü ve ebeveynlerin çocuklarını kendi dinsel veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme haklarıyla uyumlu olmadığını ortaya koymuştuk. Maalesef bu sorun devam ediyor. Türkiye’deki düzenlemeye göre sadece Musevi ve Hristiyan ailelerin çocukları, DKAB derslerinden muaf sayılıyor. Ancak bu durumda da söz konusu muafiyet hakkının kullanılabilmesi için, öğrenciler okul yönetimlerine kimliklerindeki din hanesini göstermek zorunda kalıyorlar ve bu da inancını açıklama zorunluluğu doğuruyor. Okullarda verilen din derslerinden muaf tutulmayı talep etme sırasında bireylerin din veya inancını açıklanmak zorunda kalması, AİHS ile uyumlu değil. Ayrıca sadece Musevi ve Hristiyan ailelerin çocuklarının muafiyet hakkına sahip olması da ayrımcı bir düzenleme ve uygulama olmaya devam ediyor. Seçmeli din dersleri ise gerek sadece İslam’la ilgili olması gerekse her çocuk için zorunlu hâle gelmiş olması nedeniyle çok ciddi bir ihlale sebep oluyor. Okul ortamına gelecek olursak, sivil toplum kuruluşları okullarda izleme yapamıyor. Ancak, öğrenciler yapılan saha çalışmalarında gerek öğretmenlerin davranışları gerekse okul yönetimi tarafından düzenlenen etkinlikler sebebiyle kendi düşünce, din veya inanç özgürlüğü haklarına saygı duyulmadığını ortaya koyan deneyimlerini paylaşıyorlar. Din eğitimiyle ilgili tartışmalarda, ihtiyaç ve beklentilere dair saha çalışmaları da oldukça kısıtlı. 


Sizin
Eğitimde Çoğulculuk ve İnanç Özgürlüğü Yetişkinlerin ve Çocukların Gözünden Okullarda Din Dersleri ve Dinin Görünümleri araştırmanız vardı. Konunun muhatabı öğrenci ve veliler ne diyor? Önce velilerden başlayalım: Farklı kesimden velilerin okullarda din eğitimi ve dini görünümler algısı nasıl? 

2017 yılında Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği (PODEM) tarafından, Öge Genç, Ulaş Tol ve benim de içinde yer aldığım bir çalışma yürütüldü. Çalışma, aradan altı yıl kadar bir süre geçmiş olsa da bu sorulara ışık tutuyor. Velilerle yapılan çalışmaları Yaşama Dair Vakıf (YA-DA) ekibi, çocuklarla yapılan çalışmaları Gündem Çocuk Derneği ekibi gerçekleştirmişti. 

Çalışma bulgularına göre, veliler kendi ideolojik ya da kimliksel tutumları ve ezber söylemler üzerinden pozisyon alırken, saha boyunca bir araya getirilen çocuklar, ilkesel olarak daha yumuşak ve farklılıklara saygı içeren söylemlere sahipler ve kendilerini aksi tutumlardan ayrıştırıyorlar. Eleştiri ve tespitlerde çocukların çıkış noktası, derslerin içeriği ve sunumu; velilerde ise daha yüzeysel bilgiler ve gözlemler olduğu görüldü. Veliler seçmeli/zorunlu dersler arasındaki fark ve ders içeriğine de hakim değiller. Veliler için tercih edilen din eğitiminin yeri çoğunlukla okulken, çocuklar için eğitimin kaynağını okul dışı kaynaklar (aile, dinî kurumlar, okul dışı kaynaklar) oluşturuyor. Alevi ebeveyn ve çocuklar ise din eğitiminde ailenin yerini vurguluyor. Özellikle çocukların bu bilgileri hiçbir zaman okuldan edinemeyecekleri konusunda kesin görüşe sahip olduğu görülmüştü. Veliler inanç özgürlüğünü ilkesel olarak olumlu bulsalar da, hayata geçirilmesine ilişkin korkulara sahipler. Dindar ebeveynler çocuklarının kendi dinlerine uygun olmayan davranışlara, dindar olmayanlar ise Sünni baskısına maruz kalabileceklerinden endişe ediyorlar. Farklı kesimlerin birbirlerinden baskı görme endişesi olduğu görülüyor. Sünni dindar kesimden ebeveynlerin en önemli endişesi Alevilik içeriğinin kafaları karıştırması, dindar olmayan ebeveynler için ise din dersleri aracılığıyla dinin siyasette ve kamusal alanda etkili hâle gelmesi.


Öğrenciler, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ve seçmeli derslerin içeriğini, öğretmenleri ve okuldaki uygulamaları nasıl değerlendiriyor ? 

Çalışmada görüşlerine başvurulan çocukların, çevrelerindeki kimliksel farklılıklar konusunda ilkesel olarak velilere göre daha açık fikirli oldukları gözlemlenmişti. Herkesin birey olarak farklı taleplerinin olabileceği ve eğitim sisteminin bunlara cevap vermesi gerektiği görüşünü, her kesim farklı şekillerde dile getirmişti. Çocukların din dersleri ile ilgili “seçmeli mi olsun zorunlu mu” tartışmasındaki tutumlarının da bu çerçevede şekillendiği görülüyor. Mevcut zorunlu ya da seçmeli din dersleri hiçbir kesimden çocuğu tatmin etmiyor. Ayrıca, görüşülen çocuklarda din derslerinin seçmeli olması konusunda bir direnç veya kategorik karşıtlık yok. Din dersleri, din eğitimi ve okullarda dinî görünüm meselesi, Alevi kesimden gelen çocuklarda güçlü bir ayrımcılık hissiyatı yaratırken, Sünni kesimde müfredata dayalı bir dayatmacılık duygusunun hakim olduğu görülmüştü. Dindar olmayan kesimde ise liselere giriş sınavındaki başarıyı etkilemesi ve ezbere dayalı olması nedeniyle, zorakilik hissiyatını öne çıkarıyor. Gayrimüslimler ise muaf tutuldukları için özellikle içerik tartışmasının dışında kalıyorlar. 

Çalışmanın önemli bir bulgusu ise, çocukların internet çağının da etkisiyle bilgiye erişimleri oldukça fazla olması nedeniyle, eğitim müfredatının öğretmenleri kısıtlayan ve öğretmenlerinden müfredat dışı sorulara cevap alamama hâli hem okula hem de öğretmenlere karşı saygılarını yitirmelerine neden olması. Özellikle DKAB dersi, yoruma ve öznelliğe açık pek çok tartışma açabildiği için, farklı dinler, ahlâki yaklaşımlar ya da varoluş ile ilişkili soruların geçiştirilmesi ya da tek tip bir yaklaşımla cevaplanması, çocuklar için anlaşılması ve kabullenilmesi zor bir durum. Bu bağlamda, yetişkinlerle yapılan saha çalışmasında da ortaya çıkan “din derslerinin içeriğinin, örneğin farklı dinlerle ilgili bilgileri kapsamasının, çocukların kafasını karıştıracağı” endişesinin yersiz kaldığı tespit ediliyor. Çocuklar farklı görüşlere açık ve bunları işitmek isterken, ebeveynler farklılıklara daha kapalı olabiliyorlar. 

Okullarda din eğitimiyle ilgili en can alıcı tespitler, Alevi çocuklara, idareciler ve öğretmenler tarafından uygulanan ayrımcılık ve kötü muameleye ilişkin. Araştırma kapsamında, Alevi çocuklar ile sadece din öğretmenleri arasında değil, diğer öğretmen ve idareciler arasında da ciddi gerilimler, münakaşalar ve karşılıklı psikolojik çatışma olduğu bildirilmişti. Çocuk araştırmasının örneklemi temsiliyet açısından kısıtlı olsa da, bu konunun detaylıca ve ileri aşamalarda incelenmesi gerekliliğini ortaya koyacak kadar vakayla karşılaşılmıştı. Çocukların beyanlarına dayanarak, bu sorunların özellikle Alevi kimliğini açıkça sergileyen ve ifade eden öğrencilerle yaşandığını görüyoruz. Özellikle Alevilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde (örneğin Tuzluçayır, Ankara), öğretmenin ya da idarecinin gözünde olumlu bir konum kazanamayacağının farkında olan çocuklar, çatışma ve münakaşa riskini üstlenebiliyorlar. Alevi çocuklar başarılı olsalar da okullarda yaşadıkları muamele karşısında motivasyon kaybı yaşıyorlar. Çalışma, bunun siyasi kimlik bilincinin kökleşmesini sağladığına ve kamuyla-devletle sorunlu ilişkinin temellerinin okul sıralarında atılmış olduğuna işaret ediyor.


Peki  zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ve seçmeli din derslerinin kitapları açısından mevcut duruma bakarsak, bu konudaki izleme çalışmaları ne gösteriyor? Son yıllarda bahsettiğiniz AİHM kararı kapsamında kitaplarda değişiklikler oldu. Yeterli mi, eksikler var mı, varsa ders kitaplarının içeriğindeki eksikler neler? 

DKAB ders kitaplarının içeriği tarafsız, nesnel ve kapsayıcı olmayan pek çok unsurla dinî eğitim niteliğine sahip. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına karşın maalesef bu konuda bir ilerleme sağlanamadı. İslamiyet veya İslamiyet içindeki mezhepler, farklı gelenekler ve diğer din veya inançların ders öğretim materyali içinde ne kadar yer tuttuğunun ötesinde, bunların nasıl sunulduğu, dersin niteliğini belirleyen en önemli unsur. Dini eğitim gerek çocuğun düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne gerekse ebeveynlerin çocuklarını kendi dini veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme hakkına yönelik bir müdahale oluşturuyor. 4-12. sınıflar arasında, yani çocuğun öğretim hayatının önemli bir kısmı boyunca bu dini eğitime maruz bırakıldığı ve dersle ilgili ölçme değerlendirme sistemi içinde ödev ve/veya sınav sorumluluklarını yerine getirmek zorunda olması, bu müdahalenin etkisini ve yaygınlığını artırıyor. Dini eğitim kapsamında aktarılan dinsel öğretileri benimsemeyen veya kendi dini, inancı ya da  felsefi görüşünün İslami değerlendirmeyle aktarılmasını sınıf içinde dinlemek zorunda ve bunu öğrenmekle sorumlu olan çocuk ile bu çocukların ebeveynleri için, mağduriyetin daha da ağırlaştığı görmek zor değil. Çocuğun DKAB dersi bağlamında dini uygulamalara zorlanma konusu sınıf içi uygulamaların incelenmesiyle ayrıca daha fazla araştırılması gereken bir alan.


Çeşitli vakıf ve derneklerle yapılan işbirliği protokolleri ve müfredat dışı etkinlikler, eğitimde din ve inanç özgürlüğünü nasıl etkiliyor? 

Sadece hükümet ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın doğrudan sorumluluğu altında bulunan düzenleme ve uygulamalarda süregelen kritik sorunlar varken ve bunlarla ilgili devletin sahip olduğu yükümlülükler yerine getirilmezken, vakıflar ve derneklerle yapılan işbirliği protokolleri ve müfredat dışı etkinliklerde nasıl bir standart uygulandığı önemli soru işaretleri yaratıyor. 

Devletlerin çeşitli vakıf ve derneklerle eğitim alanında işbirliği yapması genel bir kural olarak insan hakları hukukuna aykırı değil. Nitekim bu gibi işbirlikleri, çocukları destekleyecek ve insan haklarının korunmasını güçlendirecek bir şekilde de gerçekleştirilebilir. Ancak, yapılan işbirlikleri insan hakları hukuku standartlarıyla ve Türkiye açısından anayasal bir ilke olan laiklik ilkesiyle uyumlu olmalı. Türkiye açısından bakacak olursak bağlam kaynaklı önemli çekinceler var. Bunların bir kısmı dernekler ve vakıflarla ilgili; örneğin, şeffaflık ve hesapverebilirlik. Ayrıca, bu vakıf ve derneklerin çocuk koruma politikalarının ve uygulamalarının mevcudiyeti, ne ölçüde insan hakları standartlarıyla uyumlu olduğu ve pedagojik formasyon gibi konular da var. Çekincelerin bir kısmı da devlet düzenleme ve uygulamalarıyla ilgili. Örneğin, söz konusu dinle ilgili öğreti ve aktiviteler içeren dernek ve vakıflarla ilgili protokoller olduğunda devletin tarafsızlığını ve bağımsızlığını güçlü bir şekilde ortaya koyan, farklı din veya inançlara mensup ya da inanmayan öğrenciler için benzer aktivitelere alan açan uygulamalar görmüyoruz. Anne babaların ve öğrencilerin dinle ilgili uygulamalara itiraz edebilme alanının giderek daha fazla daraldığının işaretlerini görüyoruz. Dinin içinden ve tüm öğrencilerin İslam’ı sunulan şekilde kabul ettiği varsayımıyla hayata geçirilen, çoğulculuğa alan açmayan ve isteğe bağlı olmayan uygulamalar görüyoruz. Okullarda hangi din veya inanca mensup olursa olsun veya ateist veya deist olsun tüm öğrencilerin düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün korunmasına yönelik güçlü bir söylem, düzenleme ve uygulama görmüyoruz. Bunlar kaygı verici. Çocuklar içleri doldurulacak boş kaplar değil. 


Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak, seçmeli derslerdeki değişiklikler, MEB’in çeşitli vakıf ve derneklerle yaptığı protokoller, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Sizin tarikat-cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz yapılarla protokol yapmaya devam edeceğiz” sözlerinin ardından, din öğretimi son dönemde yine tartışma konusu oldu. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçmeli dersleri ayırmak gerek: Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının 24.08.2023 tarihli ve 43 sayılı kararıyla, 2023-2024 eğitim öğretim yılından itibaren tüm sınıflarda seçmeli dersler “İnsan, Toplum ve Bilim”, “Din, Ahlak ve Değer” ile “Kültür, Sanat ve Spor” olmak üzere üç grupta oluşturuldu ve ortaokuldaki her öğrenci her gruptan ders seçmek zorunda. “Din, Ahlak ve Değer” grubunda “Kuran-ı Kerim”, “Peygamberimizin Hayatı”, “Temel Dini Bilgiler”, “Kültür ve Medeniyetimize Yön Verenler”, “Ahlak ve Yurttaşlık Eğitimi” dersleri bulunuyor.  Yani yeni çizelgeyle, ortaokul öğrencilerinin ders programlarında haftada iki saat hem zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi hem de zorunlu seçmeli olarak haftada iki saat “Din, Ahlak ve Değer” kategorisinden bir ders bulunacak

10 Ağustos 2023 tarihli kararla da Ortaöğretim Kurumları Haftalık Ders Çizelgeleri’nde değişiklik yapılmıştı. Liselerde seçmeli dersler  “Akademik Çalışmalar”, “İnsan, Toplum ve Bilim”, “Din, Ahlak ve Değer” ve “Kültür, Sanat ve Spor” olmak üzere dört kategoride yer alıyor. “Din, Ahlak ve Değer” grubunda “Kur’an-ı Kerim”, “Kur’an-ı Kerim’in Anlam Dünyası”, “Peygamberin Hayatı”, “Temel Dini Bilgiler”, Türk Düşünce Tarihi”, “Klasik Ahlak Metinleri” dersleri yer alıyor. Yeni düzenlemeyle öğrenciler 9. ve 10. sınıfta “İnsan, Toplum ve Bilim”, “Din, Ahlak ve Değer” ile “Kültür, Sanat ve Spor” seçmeli ders gruplarından her bir gruptan en az birer ders; 11. ve 12. sınıfta ise en az ikisinden birer ders seçmek zorunda. Önceden böyle bir sınırlama bulunmuyordu. Yani bir öğrenci, alması gereken seçmeli ders saatini istediği alandan derslerle tamamlıyor, dilerse “Din, Ahlak ve Değer” kategorisinden hiçbir ders almayabiliyordu. Yeni durumda her kategoriden bir ders alınmasının zorunlu hâle gelmesi ve bu kategorilerden birinin “Din, Ahlak ve Değer” olması din eğitimi üzerine seçmeli ders alınmasını zorunlu hâle getirdi. 

İslam dini ve millî bilinçle ilgili dersleri almak istemeyen öğrenciler için ciddi bir kısıtlama var burada. Bilhassa dinle ilgili dersler zorunlu olarak öğrenciler için seçildiğinde, veya diğer dersler sunulmadığında öğrenci apaçık bir şekilde bir dinin öğretisini öğrenmeye, doğru olarak kabul edilen cevaplar vermeye zorlanacak ve bu düşünce, din veya inanç özgürlüğü hakkıyla bağdaşan bir durum değil. Millî bilincin toplumsal çeşitliliği yansıtan çok çeşitli kaynaklardan oluşturulması gerekirken, bu konuya oldukça dar bir bakış açısıyla yaklaşıldığı anlaşılıyor. Oysa Türkiye’deki çeşitliliği yansıtması ve yaşatması gerekir. 

Tarikatlar veya STK’lar konusuna gelince; bildiğiniz gibi tarikatlar, Türkiye’de 677 sayılı yasayla men edildi, tekke ve zaviyeler kapatıldı. Dolayısıyla herhangi bir tarikatla protokol imzalanması mümkün değil çünkü tarikatların tarikat olarak bir tüzel kişiliği bulunmuyor. Dahası Türkiye’de hiçbir din veya inanç topluluğunun inanç topluluğu olarak tüzel kişiliği yok. Ancak diğer dini topluluklar gibi tarikatlar da birer sosyal olgu ve bireyler bir araya gelerek dernek ve bir mal varlığını özgüleyerek vakıf kuruyorlar. Bunlar yasal yapılar ve din veya inanç topluluklarının aktiviteleri için gerekiyor. “Bu yapıların eğitimde nasıl bir rolü olabilir” sorusu çok geniş ve katmanlı bir şekilde ele alınmayı gerektiren, önemli ve yerinde bir soru. Şeffaflık ve hesap verebilirliğin önemli olduğunu  ve Türkiye bağlamında çocuklar için gerekli güvencelerin oluşturulması için iradenin somut adımlarla ortaya konması gerekiyor. Bu konuda kat edilmesi gereken yol olduğunu düşünüyorum. 


Mevcut durumdan yola çıkarak dinle ilgili derslerden, ders kitaplarına, okullardaki çeşitli etkinliklerden, okul ortamına kadar ayrımcılığa neden olmayan, toplumsal barışa ve bir arada yaşama katkı sunan “dinler hakkında öğretim” nasıl olmalı ve bunun için ihtiyaçlar neler? 

Bu güzel soru için teşekkürler. Çünkü biz aslında dinler hakkında barışa hizmet edecek bir dersin nasıl olması gerektiğini pek konuşmuyoruz. Aksine mevcut uygulamalarla ilgili sorunlara odaklanıp buna çözüm ararken böyle bir dersin yapabileceği katkıları gözden kaçırabiliyoruz. Oysa dinler ve inançlar hakkında nesnel ve tarafsız bir ders Türkiye’de barışa, birbirini anlama ve birbirine saygı duymaya, önyargıların ve nefretin üstesinden gelmeye güçlü bir destek sunabilir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı/Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu Din veya İnanç Özgürlüğü Uzmanlar Kurulu tarafından yayımlanan “Devlet Okullarında Dinler ve İnançlar Hakkında Öğretim Üzerine Toledo Kılavuz İlkeleri (Toledo Kılavuz İlkeleri) tam da bu konuda, dinler ve inançlar hakkında dersler için önemli kazanımlar öngörüyor. Toledo Kılavuz İlkeleri kapsayıcılık, doktrinsel olmama ve yansızlık ilkelerine dikkat çeker ve ek olarak, dinler hakkında öğretimle amaçlanan kazanım ilkelerini şöyle sıralar: 

      • Bireylerin din veya inanca inanma/bağlı olma haklarına saygı ve hoşgörü tutumu kazanmak 
      • Dinler ve inançlarla ilgili konuları, insan hakları ve barış gibi daha geniş kapsamlı konularla ilişkilendirebilmek 
      • Farklı dinler, inanç sistemleri ve bunların içindeki çeşitlilik hakkında temel bilgi sahibi olmak 
      • Kişinin hayatında dinsel veya felsefi inancın önemli bir yeri olduğunu anlamak 
      • Farklı dinler ve inançlar arasında benzerlik ve farklılıklar olduğunu fark etmek
      • Dinsel topluluklar ve üyelerine ilişkin olumsuz basmakalıp tiplemeler hakkında bilgi sahibi olarak bunları fark etmek ve sorgulamak
      • Dinsel farklılıklara saygının olmadığı zamanlarda, tarih içinde, aşırı şiddet yaşandığına dair tarihsel ve psikolojik bir anlayışa sahip olmak
      • Hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın olduğu ortamda, saygılı ve hassas bir şekilde karşı harekete geçebilme becerisine sahip olmak

İnsan hakları ve barış eğitimine katkı sağlayabilecek böylesi bir dinler hakkında eğitimi hayal etmek ve tasarlamak için, içermeci ve insan haklarını temel alan bir süreç yürütmek, yaratıcı olmak, çocukları bu sürecin bir parçası yapmak, dünyadaki deneyimlere açık olmak ve bunlardan öğrenmek, ülkemizdeki başarılı örnekleri görmek ve bu konuyla özgür bir şekilde “oynayabilmek” bizi ileri götürebilir. Toplumda bilhassa bu konuda yaygın kutuplaşma, kalıpyargılar, diyalog zeminlerinin azalması gibi engeller, maalesef kalıplara sıkışıp kalmamıza sebep oluyor.  

 

 

 

 

“Bu yazıdaki görüşler ERG’nin görüşlerini yansıtmayabilir.”

 

 

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi’nde gelecek bölüm:  Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. M. Fatih Genç’le din öğretimindeki tarihsel deneyimi, sorunları ve din eğitiminin amacının ne olması gerektiğini konuştuk.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-4 | “Anayasal Prensip Olarak Çoğulculuğu ve Bir Arada Olmayı Benimsememiz Lazım”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Dördüncü bölümde İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-3 | “Din Eğitimi İdeolojik Kavgaların Sebebi Hâline Getirildi”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Üçüncü bölümde Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. M.

Eğitim 360° (72): Din Öğretiminde İhtiyaçlar ve Sorunlar Neler?

Medyascope işbirliğiyle hazırladığımız Eğitim 360°’ın yeni bölümünde ERG Araştırmacısı ve Medya Koordinatörü Umay Aktaş Salman ve ERG  Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık Türkiye’de çok uzun yıllardır tartışma hatta kutuplaşma konusu olan bir mevzuyu, din öğretimini ele aldı.