Uzun Hikâye | Kahraman Değil, Öğretmenim

Bu, öğretmenler söz sahibi olabildiğinde, desteklendiğinde, meslektaşlarıyla bir arada çözüm aradığında, kendilerinde, sınıflarında ve okullarında nelerin değiştiğinin hikâyesi. Çoğu zaman öğretmenin nesneleşebildiği, sadece aracı olarak görülebildiği bir eğitim sisteminde “özne” olduklarını hatırlatan öğretmenlerle konuştuk. Onların anlattıkları, öğretmenlerin kahraman değil, “özne” olmaya ihtiyacı olduğunu gösteriyor.

 

Umay Aktaş Salman
ERG Araştırmacısı

Üzerinde merak yazan kolluklarla, öğrenciler okullarında dolaşıyor, ellerindeki küçük kağıtları arkadaşlarına dağıtıp merak ettikleri konular hakkında soru yazmalarını istiyorlar. Onlar “Merak Timi”. Herkes merak ettiğini kağıda yazıyor: Renklerin adı nereden geliyor? Dünya ne kadar yaşlı? Sayılar ne zaman biter?… Tüm merak edilenler bir kutuda toplanıyor. Merak kutusu açıldıktan sonra en çok merak edilenler araştırılıp üzerine konuşmalar, paylaşımlar yapılıyor. Merak Timi sayesinde sınıfın, okulun iklimi değişiyor. Soru sormaktan çekinen, merak etmeyen öğrenciler sormaya, öğretmenler onları teşvik etmeye başlıyor.

Başka bir okulda öğrenciler yüzlerinde kendi tasarladıkları maskelerle karşılıklı durarak bir koridor oluşturuyorlar. Öğretmen, bu koridor içerisinde her şeyin, “doğru” veya “yanlış” olmadan ifade edilebileceğini açıklıyor. Önce öğretmen, isminin anlamını söyleyerek koridordan yürüyor ve geçiyor. Bir öğrenciye dokunarak etkinliği devam ettiriyor. Sırayla tüm öğrenciler, isimlerinin anlamını anlatarak koridoru geçiyor. İkinci gün için, öğrenciler değer verdikleri ve sevdikleri bir eşyayı okula getiriyor. Maskeleri takıp yeniden koridoru oluşturan öğrenciler, getirdikleri eşyalarını neden sevdiklerini anlatarak koridordan geçiyor. Üçüncü gün ise öğrenciler koridordan geçerken arkadaşlarından biri ile ilgili yaşadıkları birer anıyı anlatıyor. Burası “Güven Koridoru”. Çoğu zaman okulda, sınıfta kendini ifade edecekleri bir alan bulamayan öğrenciler artık kendilerini ifade ediyor. Duygularını paylaşma istekleri ve cesaretleri artıyor.

Bu ve bunun gibi pek çok etkinlik farklı branşlardan öğretmenlerin okullarında, sınıflarındaki sorunlara, zorluklara karşı ürettiği çözümler. Her biri öğretmenlerin deneyimleri, sınıf içinde karşılaştığı durumlar dikkate alınarak geliştirilen ve teoride kalmayan, çözümler. Çünkü çözümü arayan da bulan da öğretmenler. Onlar, çoğu zaman öğretmenin nesneleşebildiği, sadece aracı olarak görülebildiği bir eğitim sisteminde öğretmenin “özne” olduğunu hatırlatıyor. Yani “özne” olarak öğretim pratiklerini iyileştirmek, mesleki öğrenme deneyimlerini yönlendirmek ve biçimlendirmek istiyorlar. Bunu da meslektaşlarıyla işbirliği yaparak hayata geçiriyorlar.

Öğretmenlerin sesleri ve fikirleri yeteri kadar duyuluyor mu?

Merkeziyetçi eğitim sistemi, öğretmenin özne olabilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olabiliyor. Ders içeriklerinden öğretmenin mesleki gelişimine kadar, öğretmenler pek çok konuda yeterince söz sahibi değil. Ancak bir yandan da öğretmen çoğu zaman her şeyin sorumlusu gibi görülüyor. Pek çok sorunun çözümünde öğretmenlerin bir kahraman, kurtarıcı olması beklenebiliyor. Oysa öğretmenlerin kahraman değil özne olmaya ihtiyacı var. Öğretmenlerin, eğitim içeriğinin oluşturulmasından eğitimle ilgili yapılan sistem değişikliklerine, kendi mesleki gelişimleriyle ilgili uygulanan politikalara kadar pek çok alanda etkin olması, seslerinin duyulur, fikirlerinin hayata geçebilir olması ve desteklenmeleri gerekiyor. Bu, daha nitelikli bir eğitim için önemli.

Peki bunlar hayata geçebildiğinde, öğretmen özne olduğunda neler değişiyor? Bu sorunun cevabını öğretmenlerin hikâyeleriyle sunmaya çalıştık. Öğretim pratiklerini iyileştirmek, mesleki deneyimlerini yönlendirmek için çaba harcayan öğretmenlerle konuştuk. Öğretmenlerin hikâyeleri, özne olan bir öğretmenin kendinde, sınıfında ve okulunda nasıl bir etki yarattığını gösteriyor.

Mine Aksar dokuz yıllık bir sınıf öğretmeni. Aksar, sekiz yıllık öğretmenliğin ardından bir yıldır İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğü Kitap Yazım Komisyonu’nda görevli. Bir öğretmen olarak özne olabilme çabasının hikâyesi, eğitim politikalarına, öğretmenlerin mesleki gelişiminin ve desteklenmesinin önemine dair çok şey söylüyor.

“Kendimizi nasıl hazırlayacağız?”

Mine Öğretmen, mezun olduktan iki ay sonra 4. sınıfları okutmaya başladı. Kalabalık, çokkültürlü bir okulda görev yapıyordu. Eğitim fakültesinde öğrendikleri çoğu durumda sahadaki durumla örtüşmüyordu. Kendini yetersiz ve yalnız hissetmeye başladı:

“Aslında fakültede öğrendiklerim teorik arka planı çok güzel dolduruyordu. Çocuğa yaklaşma pedagojisini biliyordum. Öğretmen uygulamaları da var ama haftada bir gün gittiğin uygulamayla donanımlı bir öğretmen olarak çıkmıyorsun fakülteden. Son sınıfta gittiğim okulda öğretmeni izleyerek öğrenmeye çalışıyordum. Bir hocamız sahanın çok farklı deneyim olduğunu söylerdi. ‘Burada öğrendikleriniz sahada yaşadıklarınızla çarpışacak. Hepiniz Doğu’da göreve başlayacaksınız hazırlayın kendinizi’ derdi. Ama nasıl? Nasıl hazırlayacaktık?”

Dokuz yıl önce Mine Öğretmen’in sorduğu bu soru hala tüm öğretmenlerin aklındaki en büyük soru işareti. İlk öğretmenlik yılında gördüğü problemleri elinden geldiğince dönüştürmeye çalıştığını anlatan Aksar, veliler ve öğrencilerle iletişimde zayıf kaldığını hissediyordu. Millî Eğitim Bakanlığı’nın hizmetiçi eğitimlerine, uyum seminerlerine de gittiğini anlatan Aksar, “Orada öğrendiklerimiz de çoğu zaman pratikle örtüşmüyordu. Fikrinin alındığı, zorlukları konuşabildiğin, katılımcı eğitimler değildi. Uygulamaya dair bir şeyler öğrenmek, desteklenmek istiyordum. Öğretmenlerin birbirinin sesini duyduğu bir şey istiyordum. Diğer meslektaşım sınıfında ne yapıyordu? Bunu öğrenmek istiyordum” diye konuşuyor.

Üçüncü yılında birinci sınıfları okuturken, “Çocukların hepsi birbirinden farklı. Farklı ihtiyaçları ve talepleri var. Bu taleplere, yaklaşımları çeşitlendirerek cevap vermek gerekiyor. Yoksa tüm çocukları kapsayamam” diye düşünürken, Çağdaş Drama Derneği’nde drama eğitimi almaya başladı. Deneyimli öğretmenlerle tanıştı, fikir alışverişinde bulundu. Onların uygulamalarını sınıfına taşıdı.

Eğitim ortamı işbirliğiyle dönüşünce…

Kendi deyişiyle eğitim ortamının işbirliğiyle nasıl dönüşebildiğini gördü:

“Rekabet eden, paylaşmayan öğretmenler vardı o güne kadar etrafımda. Ancak drama eğitiminde çember olup deneyim paylaşımı yapıyorduk. Ben niye bunu kendi okulumda yapmıyorum diye düşündüm. Öğretmenin özne olmasının önündeki engel de çoğu zaman kendisi. Sınıf içinde kapalı bir eğitim anlayışım vardı. Kendimi dönüştürdüm. Okulumdaki öğretmen arkadaşlarla daha fazla konuşmaya başladım. Orada öğrendiklerimi öğretmen arkadaşlarla paylaştım, başka öğretmenleri okula davet ettik, çalışmalar yaptık.”

Mine Öğretmen, drama çalışmalarına ve meslektaşlarıyla paylaşımlara devam ederken, Öğretmen Ağı ile de tanıştı. Öğretmenlerin, meslektaşları ve farklı disiplinlerden kişi ve kurumlarla bir araya gelerek güçlendiği bir paylaşım ve işbirliği ağı olan Öğretmen Ağı’nın “Değişim Elçisi” öğretmenlerinden olan Aksar, hem deneyimlerini meslektaşlarıyla paylaşıyor hem de onların deneyimlerinden besleniyor. Mesela “Mülteci Öğrencim Var” deneyim paylaşımında, Mine Öğretmen okulundaki mülteci ve Türkiyeli öğrencilerle yaptığı drama çalışmasını anlatarak eğitimi nasıl daha kapsayıcı hale getirdiğini anlattı. Sınıfta, okulda öğrencilerin merakını nasıl artırabilecekleriyle ilgili, meslektaşlarıyla tasarım odaklı düşünme metodolojisini kullanarak “Merak Kediyi Besler” başlıklı etkinliği hazırladılar. Etkinlik öğrencilerin daha çok soru sormasını, seslerinin daha duyulur olmasını sağladı. Öğretmenler birlikte üretirken, farklı disiplinlerden uzmanlarla işbirliği yaptılar.

“Yerine karar verilmediğinde öğretmen güçlü hissediyor”

Sınıf öğretmeni Aksar, öğretmenin yerine başkaları tarafından karar verilmediğinde, öğretmenle birlikte mesleki gelişim planlandığında öğretmenin de kendini güçlü hissettiğini vurgulayarak “Öğretmenin özne olarak yer almadığı çözümler ezber ve yüzeysel çözümler oluyor. Ast üst ilişkisi olmadan deneyim paylaşınca sınıfında da uygulamak istiyorsun” diye konuşuyor.

“Merkeziyetçi bir yapıda öğretmen nesneleşiyor”

13 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Veysel Özdemir de Ankara’da bir devlet ortaokulunda çalışıyor. Mesleki kariyerini üçe ayırıyor. Kendi deyişiyle meslek hayatının başındaki idealist, öğrencileriyle daha fazla iletişim halinde olduğu dönem. Hemen onu takip eden, sistem içinde sesinin duyulmadığını düşündüğü, tükenmişlik yaşadığı dönem. Üçüncüsü ise meslektaşlarıyla deneyim paylaşımlarına katıldıktan sonra yeniden motivasyonunu kazandığı, bir şeyler yapmak için harekete geçtiği dönem. Özdemir, sistem içinde bir öğretmenin nasıl hissettiğini çuvaldızı kendine ve meslektaşlarına da batırarak anlatıyor. Anlattıkları, öğretmenlerin özne olmasının önündeki engellere dair de önemli tespitler içeriyor:

“Bir öğretmen olarak çoğu zaman kendimi özne değil de nesne gibi hissettim. ‘Yıllık planları, verilen programları uygula, prosedürleri yerine getir’. Çoğunlukla ‘kazasız belasız bugünü geçirelim’ düşüncesi hakim oluyor. Aktaran rolündeyiz. Öğrencileri de aktif görmüyoruz. Bir noktadan sonra da yalnızlaşıyorsunuz. Bir şeyi değiştiremeyeceğimizi düşünüyoruz. Öğretmen, okul içinde bazen bir tek sınıf ortamında alanı varmış gibi hissediyor. O ortamda da maddi yetersizlikler olabiliyor. Kendi çapınızda bir şeyler yaptığınızda üst amirden destek bekliyorsunuz, engellenip geçiştirildiğinizde hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Hiyerarşinin olduğu yerde, merkeziyetçi bir yapının olduğu yerde öğretmen nesneleşiyor.”

Öğretmen Ağı’nın “Değişim Elçisi” öğretmenlerinden biri olan Özdemir, hem meslektaşlarından beslendiğini hem de onları beslediğini düşünüyor. Veysel Öğretmen’in meslektaşlarıyla hayata geçirdiği çözümler onun hem öğretme pratiklerini hem de mesleki gelişimini dönüştürmüş:

Farklı illerden ve branşlardan öğretmenler olarak Öğretmen Ağı’nın Yaratıcı Problem Çözme Programı için bir araya geldik. Öğrencilerin sınıflarda yeteri kadar soru sormaması üzerine kafa yormaya başladık. Fark ettik ki toplumsal kabul isteği merakın önüne geçebiliyor. Öğrencinin sosyal kabul görmesi ve özgürce kendini ifade etmesi için merakın ve merak edenin takdir edildiği ortamlar gerekiyor. Merak Timi adını verdiğimiz bir etkinlik geliştirdik. Bunu tasarlarken öğrencilerle, velilerle, öğretmenlerle görüşmeler yaptık. Tasarım odaklı düşünme metodolojisine göre etkinliği tasarladık. Etkinliği sınıflarımızda uyguladık. Sonuçlarını konuştuk. Çözümümüzü de Öğretmen Ağı’nın internet sayfasındaki Çözüm Merkezi’ne koyduk. Orada bizim ve diğer öğretmenlerin ürettiği pek çok çözüm var. Bu sayede çözümler hem yayılıyor hem de geribildirimlerle zenginleşiyor. 

Veysel Öğretmen ve meslektaşlarının eğitim sistemi içinde çözüm aradıkları bir diğer konu ise ölçme ve değerlendirmenin nasıl daha kapsayıcı olacağıyla ilgiliydi. Öğretmenler, “Öğrenci, tüm hayatı boyunca, okuldaki ölçme ve değerlendirme sistemindeki başarısıyla var olduğunu düşünüyor. Öğrencilerin, öğrenmenin bir yarış olmadığını hissetmelerini nasıl sağlarız ?” diyerek yola çıktılar. Bu kez de “Yaşam Pastam” etkinliğini geliştirdiler. Belki de çoğu zaman es geçilen bir soru sordular öğrencilerine: “İlgi, yetenek ve ihtiyaçlarınız neler?” Veysel Öğretmen etkinliği ve değiştirdiklerini şöyle anlatıyor:

Etkinlikte öğretmen tarafından ‘Yaşam Pastam’ ajandası hazırlanıyor. Ajandanın içinde öğrencinin ilgi, yetenek, ihtiyaç, öncelik ve yaşamına göre doldurabileceği pasta dilimleri yer alıyor. Ajandanın amacını ve nasıl kullanılacağını anlatan bir yönerge bölümü de var. Öğretmen, öğrencilerin ilgileri, yetenekleri, yaşamında olup biten şeyler hakkında bilgi sahibi oluyor. Öğrencilerle bireysel görüşmeler yaparak görüş ve düşünce alışverişi yapıyor. Bu sayede öğrencilerimi daha iyi tanıdım. Öğrenciler de ilgi alanlarının ve yapmak istediklerinin farkına vardı. Yaşam Pastam’dan sonra hazırladığım yazılı sınavlar bile değişti. Daha fazla açık uçlu sorular sormaya başladım. Amacım nottan öte öğrencinin kendini ifade etmesi oldu. Öğrencinin akıl yürütmesine öncelik verdim. Öğrencilerim ‘Hayatın sadece sınavdan ibaret olduğunu sanıyorduk ama başka alanlarda da kendimi geliştirebilirim’ demeye başladı. İdealist olduğumu söylediğim dönemde bile anlatan konumdaydım, çocuklar da dinleyici konumundaydı. Şimdi çok farklı her şey. Öğrenciler ‘En keyifli dersimiz sizinle geçiyor’ diyorlar. Fen bilimini ve merakı sevdirdiğimi düşünüyorum.”

Özdemir, okulunda artık daha aktif. Bilim Söyleşileri düzenliyor, TÜBİTAK etkinlikleri yapıyor. Bilim öğretimiyle ilgili meslektaşlarıyla “deneyim paylaşımı” yapıyor. Öğretmenlerin inisiyatif alabilmesi gerektiğini vurgulayan Veysel Öğretmen, “Öğretmen amiri tarafından, MEB tarafından daha fazla desteklenebilir. Mesela öğretmen bir projeye katılmak istiyorsa, müdürü ders programını esnetmek konusunda ona destek olabilir.” diyor.

Sınıfları atölyeye dönüştüren öğretmen

Murat Işık da Batman’da hem ilkokul hem de ortaokul olan bir köy okulunda çalışıyor. Dört yıllık bir öğretmen, son iki yıldır ise okul müdürü olarak görev yapıyor. Okula geç başlayıp, eğitim yılı bitmeden okuldan ayrılan göçer öğrencileri de, taşımalı eğitimle diğer köylerden gelen öğrencileri de var. Tıpkı her okul, bölge için olduğu gibi, kendine has çözümler gerektiren bir okulda görev yapıyor.

Murat Öğretmen, imkânları hayli kısıtlı olan okulunu önce mekansal olarak dönüştürmeye başladı. Okul bahçesi çimlerle kaplandı, voleybol, basketbol sahaları yapıldı. Bina rengarenk boyandı. Okul koridorundaki boş alanlara atık palet ve tahtalardan okuma alanları yapıldı. Kütüphanesi olmayan okul için kitap kampanyası başlatıldı. Devamsızlık yapan öğrencilerin ailelerine düzenli ziyaretler yapıldı. Öğrencilerin meslekleri tanıması için ilçedeki fabrikalara ziyaretler düzenlendi.

Daha önceden okullarının çocukların hayal ettiği gibi bir yer olmadığını anlatan Işık, öğrencilerin ders başarısının da çok yüksek olmadığını söylüyor. Ancak herkesin başarılı olduğu bir alan olduğunu düşünen Işık, öğrencilerine kendilerini keşfedebilmeleri için fırsat sunmak istiyor. Bunun için de kolları sıvadı ve inisiyatif aldı. Işık, Millî Eğitim Bakanlığı’nın pilot olarak bazı illerde uyguladığı Tasarım-Beceri Atölyeleri’ni ülke geneline yaygınlaşmadan önce okulunun şartlarına ve imkânlarına göre hayata geçirdi. Sekiz derslikli, hem ilkokul hem de ortaokul öğrencilerinin olduğu okulda atölyelerin kurulacağı bir alan yoktu. Ama mekan sorununu dert etmedi, sınıfları atölyeye dönüştürmeyi planladı. Bugün 200 öğrenci, 14 farklı atölyede çalışmalar yapıyor:

“İmkânlarımız kısıtlıydı maddi olarak. Hangi atölyeler masrafsız, hangileri faydalı olabilir diye düşündük. Okuldaki her derslik öğleden sonraları atölyeye dönüştü. Sıra düzenleri ona göre yapıldı. Seramik, boyama, drama, ebru, fotoğrafçılık, resim, sokak oyunları, dans, zeka oyunları gibi pek çok atölye yapıyoruz. Tüm öğretmenler önceden planlama yapıyoruz. Öğretmenler hangi atölyede yer almak istediğini söylüyor. Bazen de dışarıdan dernekler veya üniversite öğrencilerine ulaşıp atölye yapmaya davet ediyoruz. Öğrenciler bir dönem içinde farklı 5-6 atölyeye katılmış oluyor. Atölyeler bizim için, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini tanımasına fırsat vermenin ötesinde okulu daha keyifli ve çekici hale getirmek, iletişimimizi güçlendirmek ve farklı etkinliklerle tanışmalarını sağlamak da demek. Bazı öğrenciler sınıflarında göz ardı ediliyor. Öğrencilerin başarısız olduğuya ilgili algı oluşuyor. Bunu da kırmaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz eğitim yılının ikinci dönemi başlamıştık. Öğrencilerin kendine güveninin arttığını gözlemledik. Bu derslerine de, arkadaşlarıyla ilişkilerine de olumlu yansıdı. Uygulamayı hayata geçirdikten sonra il, ilçe millî eğitim müdürlüğü, kaymakamlık bizi kutlayıp, maddi ve manevi anlamda yanımızda oldu.”

Öte yandan Murat Öğretmen, Öğretmen Ağı’ndaki farklı illerden meslektaşlarıyla akran zorbalığıyla ilgili nasıl çözümler geliştirebilecekleri üzerine de çalışıyor:

“Okullarda akran zorbalığını nasıl engelleyebiliriz üzerine ilk buluşmamızda sorunu tanımlamaya çalıştık. İkinci buluşmada veli, öğrenci gibi paydaşlarla görüşmeler yapıp elde ettiğimiz bulgular üzerinden tanımla, fikir üretme, prototipleme ve test etme basamaklarıyla kendi çözüm yollarımızı geliştirdik. Her grup bulunduğu ilde prototipi uygulayıp sonuçlarını Öğretmen Ağı’nın düzenlediği Deneyim Paylaşımı’nda anlatacak. Sorunlar karşısında sebebin özüne inmediğimiz sürece çözümler kısa süreli ve etkisiz oluyor. Bundan dolayı oluşturulan her prototip bizler için çok değerli.”

İdareciliği bırakıp öğretmenliğe döndü

Tokat’ta çalışan, 16 yıllık meslek hayatının son altı yılını idareci olarak geçiren Sibel Kaya bir öğretmen olarak özne olabileceğine inandığında idareciliği bırakıp sınıfa geri döndü. Sosyal Bilgiler öğretmeni olan Kaya, eğitim sistemi içinde sadece aracı gibi hissettiği bir dönemde bir kaçış olarak idareci olduğunu anlatıyor:

“Öğretmen çoğu zaman uygulayıcı konumunda. Karar alma süreçlerinde yer alamıyoruz. Hem bundan rahatsız olduğum için hem de sınıfta tıkandığım noktalarda neler yapacağımı kestiremezken idareci oldum. Öğretmen olarak inisiyatif almaya korkuyoruz. Bunun için çoğu zaman idareciler tarafından da desteklenmeyebiliyoruz. Sistemin dışına çıkmak istemiyorlar ve sizin de çıkmanızı engelliyorlar kimi zaman. Merkeziyetçi sistemin getirdiği olumsuzlukların yanında idarecinin bakış açısı da önemli. Bazen de neyi nasıl yapacağımızı bilmiyoruz, desteklenmeye ihtiyacımız oluyor.”

“30 yaşımdan sonra yetenekli olduğum alanları keşfettim”

Türkiye’nin farklı yerlerinden meslektaşlarıyla Öğretmen Ağı’nda bir araya gelince, deneyimlerini paylaşıp inisiyatif alabildikçe, 30 yaşından sonra yetenekli olduğu alanları keşfettiğini söyleyen Sibel Öğretmen bunun sebebini şöyle açıklıyor:

“Yeteneklerimi keşfettim çünkü söz söyleyebildiğim, fikirlerimin hayata geçebildiği eşdeğerli bir alan buldum. Öğretmen Ağı’nda çeşitli çalışmalara katılırken çocuğa bakış açım değişti. Çocuk haklarından toplumsal cinsiyet eşitliğine, mesleğime dair pek çok ışık yandı kafamda. Farklı alanlardan akademisyenlerle bir araya gelmek, onlarla iletişim kurmak için desteklendim. Yaratıcı yazma konusunda atölyeye katıldım, ilk kez moderator oldum. Bahane yaratmaktan vazgeçip, bir şeyler yapmaya başladım. Sınıfa bir şeyleri değiştirebileceğimi bilerek giriyorum artık. Öğretmenlere daha fazla fırsat ve zaman tanırırsa daha da güzel şeyler ortaya çıkar.”

Tasarladıkları oyunla okulda çocuk katılımını artırmaya çalışıyorlar

Öğretmenlerin çocuğa dokunmak, çocuğun yaratıcılığını ortaya çıkarmak, kalıpları kırmak konusunda zorlandığını ama desteklendiğinde bunları yapabileceğini söyleyen Sibel Öğretmen, şimdi okulunda çocuk katılımını artırmak için çalışıyor. Çocukları karar alma süreçlerine daha fazla katabilmek için öğretmen arkadaşlarıyla çözüm arayan Sibel Öğretmen, özellikle oyunlarda yeteri kadar yer almayan çocukların karar alma süreçlerine daha az katıldığını tespit ettikten sonra Kral Şakir çizgi filminden yola çıkarak meslektaşlarıyla bir oyun tasarladı:

“Biri bize ‘hazır formatı uygulayın’ demedi. İki ay çalışıp çözümümüzü oluşturduk. Yani sorunumuza çözüm bulmamız için fırsat verildi. Bunu yaparken de teorik olarak desteklendik. Sahadaki ihtiyaçları düşünerek çözümü gerçekleştirdik. Her birimiz, çözümü oluştururken veli, öğretmen, öğrenci gibi farklı paydaşlarla görüştü.”

Öğretmenler etkin olmak istiyor ama…

Öğretmenlerin anlattıkları, mesleki gelişimlerinde meslektaşlarıyla bir arada çözüm aramanın, birbirlerine dair gözlem yapmanın önemini ve neleri değiştirdiğini gösteriyor. Oysa Türkiye’de öğretmenlerin mesleki gelişiminde yaygın olarak kullanılan yöntem bu değil. Veriler de bunu gösteriyor. Uluslararası Öğretme ve Öğrenme Araştırması’na (TALIS) göre Türkiye’de öğretmenlerin ve müdürlerin en yaygın olarak tamamladıkları mesleki gelişim etkinliği türü yüz yüze kurs/seminerler. Ortaokul kademesinde öğretmenlerin yüzde 86,0’sı, müdürlerin yüzde 83,8’i bu tür bir mesleki gelişim etkinliğine katıldığını belirtiyor. Ancak öğretmenlerin sadece yüzde 21,5’i akran gözlemi ya da öz-gözlem ile koçluk çalışmaları yapıyor. OECD ülkelerinde bu yöntemi uygulayan öğretmenlerin oranı ise yüzde 43,9.

“Sadece öğretmenin bireysel çabasıyla olmaz, sistem öğretmeni desteklemeli”

Öğretmenler kendilerine alan açılmasını, çalışılan okula ya da yöneticiye bağlı olmadan inisiyatif alabilmeyi talep ediyorlar. Öğretmenin desteklenmesinin, bir arada deneyim paylaşmasının kendi bireysel çabaları dışında sistemsel şekilde yapılmasının önemine vurgu yapan Mine Aksar şöyle konuşuyor:

“Uygulamalar sahadaki kişilere bağlı olmamalı. O kişi inisiyatif veriyorsa öğretmene alan açılıyor. Öğretmenin özne olmasına dair ortak dil, anlayış olmalı önce. MEB’in 2023 Eğitim Vizyonu belgesinde de güçlü öğretmen ve öğretmenin desteklenmesi vurgusu var. Öğretmene sadece eğitim vermek de yeterli olmayabiliyor. Eğitimlere katıldım, 50 tane sertifikam oldu. Ancak bu öğrendiklerim ne kadar sahaya yansıdı? Önemli olan bu. Verilen o eğitimlerin içeriğinin yanı sıra veri de çok önemli. Yani, öğretmen o eğitimlerden ne alıyor, öğreniyor? Öğrendiğini sahada uygulayıp nasıl bir sonuç alıyor? Bunlar bilinerek eğitimlerin oluşturulması önemli.”

Murat Işık ise eğitim sistemini bir yola benzeterek, yolculuğu nasıl şekillendireceğinin öğretmenin elinde olması gerektiğini anlatarak şunları söylüyor:

“Bu yolda öğretmenin geri dönütler alabileceği şekilde desteklenmesi önemli. İl, ilçe millî eğitim müdürlüklerinde hazırlanıp uygulanması istenen projeler kimi zaman her okula, her öğrenciye göre olmuyor. Bırakın Türkiye’yi aynı ildeki okullar arasında bile farklılıklar var. Çalıştığım şehrin iyi okullarından birinde bir proje başladı. Sonra bu projeyi uygulamaları için başka okullardaki öğretmenlere de eğitim verildi. Ancak o öğretmenler projeyi okullarında verimli uygulayamadı. ‘Bizim öğrencilerimiz bu projeyi hayata geçirecek seviyede değil’ dedi çoğu. Tek tip projeler yerine öğretmen her yerde, her okulda inisiyatif alabilmeli. Aday öğretmenlere uygulanan seminer dönemlerini, öğretmen yetiştirme sürecini dönüştürmek mümkün. Bulunduğum ilçede kendini geliştirmeye çalışan öğretmenler var. Herkesin çalışma yaptığı alanlarda deneyimi var. ‘Meslektaşlarımıza atölye yapalım’ dedik. Sıcak bakılmadı.”

Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2023 Eğitim Vizyonu’nda öğretmeni “ana aktör” tanımlaması, “özne olan öğretmen” kavramı üzerine daha çok düşünmeyi, konuşmayı ve çalışmayı gerektiriyor. Zira Vizyon Belgesi’ndeki hedeflerin yaşama geçmesi, öğretmenlerin değişimi sağlayacak güce ve olanaklara sahip olmasına bağlı.

Mesleki gelişimle ilgili vizyon belgesinde yer alan hedefler, MEB’in son bir yılda öğretmenlerle ilgili yaptığı çalışmalar, öğretmenlerin mesleki gelişimiyle ilgili yaklaşım değişikliğinin adımlarının atıldığını gösteriyor. Burada öğretmenlerin anlattıkları ve talep ettikleri, hayata geçirilen ve planlanan uygulamaların öğretmenin özne olabilmesine nasıl katkı sağlayabileceği ve nasıl etkili olacağıyla ilgili de önemli ipuçları veriyor.

Öğretmenin güçlenmesi için bir arada olmaya ve farklı paydaşlar tarafından desteklenmeye ihtiyacı var. Bunun da öğretmenlerle birlikte planlanması şart.

Son söz ise Mine Öğretmen’in:

“Eğitimle ilgili problemlerin tümünün çözümünü öğretmende görmek onu kahramanlaştırmak oluyor. Öyle problemler var ki çözümü sadece öğretmende olamaz. Bunu da görmeliyiz ki öğretmen kendini güçsüz hissetmesin.”

Diğer Uzun Hikâyeler

Uzun Hikâye | Depremin Birinci Yılında Hatay’da Eğitimin Durumu

Depremin birinci yılında öğretmenler Hatay’da eğitimin durumunu ve ihtiyaçlarını anlatıyor  Depremin yarattığı yıkımın en fazla olduğu illerden Hatay’da dersliklerin yüzde 45’i kullanılmaz hâle geldi. Kentte konteyner okullar kuruldu; sağlam kalan okullardan bazıları binalarını, yıkılan ya da hasarlı olan okullarla paylaşıyor. İkili eğitim oranı arttı. Kent

Uzun Hikâye | Tüm Varlıkları Gözeten Dünyalar Eğitim Yoluyla Nasıl Kurulabilir?

Eğitim Reformu Girişimi’nin 2004 yılından beri düzenlediği, Türkiye’nin dört bir yanından öğretmenlerin hazırladığı yaratıcı materyalleri ve uygulamaları görünür kılan Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın 19’uncusu gerçekleştirildi. 17 farklı ilden seçilen 53 uygulama, ilham veren çözümler öneriyor. Uzun Hikâye’nin bu bölümünde öğretmenlerin uygulamalarına yer verdik.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-4 | “Anayasal Prensip Olarak Çoğulculuğu ve Bir Arada Olmayı Benimsememiz Lazım”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Dördüncü bölümde İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-3 | “Din Eğitimi İdeolojik Kavgaların Sebebi Hâline Getirildi”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Üçüncü bölümde Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. M.

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-2 | “Endoktrinasyon Niteliğindeki Din Öğretimi Düşünce, Din veya İnanç Özgürlüğünü İhlal Eder”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. İkinci bölümde İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Koordinatörü Dr. Mine Yıldırım’la  okullarda dinler hakkında eğitimi,