İki Mahallenin Hikayesi: Suriyeliler

Zeynep Kurmuş Hürbaş, Vehbi Koç Vakfı Koç Özel İlköğretim Okulu ve Lisesi Kurumsal İletişim Müdürü

ERG Blog’da bu ay iki mahallenin hikayesi var. Hiçbir devletin, kurumun altından kalkamayacağı kadar zor bir durumdan el birliğiyle mucizeler yaratılabilir; o çocuklar iyi karneler getirebilir, sınıf başkanı bile olabilir… Vehbi Koç Vakfı Koç Özel İlköğretim Okulu ve Lisesi Kurumsal İletişim Müdürü Zeynep Kurmuş Hürbaş, gönüllülük deneyimlerinden yola çıkarak Suriyeli çocukları yazdı.

Türkiye’de bulunan 2.8 milyondan fazla sığınmacının 860 bini, okul çağında. Mevcut kamplarda okullaşma oranı %70-80’lere ulaşmışken, kampların nüfusu toplam sığınmacı sayısının sadece %10’u. Yani Türkiye’de bulunan sığınmacıların çoğu kamplarda yaşamıyor. Nedeni de çok basit: sadece o kadar kamp kapasitesi var, insanlar da kamplarda yaşamak zorunda değil, zaten olmamalı da. Resmi istatistiklere Göç İdaresi, Milli Eğitim Bakanlığı, Birleşmiş Milletler gibi kurumlar aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Aslında kayıtlar ve resmi rakamların tam olarak neyi gösterdiğinizi hepimiz çok iyi biliyoruz: bir süreliğine geçici geldiklerini düşündüğümüz Suriyeliler artık kalıcı, çocukların da çoğu herhangi bir eğitim faaliyetinde mevcut değil. Ben size İstanbul’un belki de hiç gitmediğimiz mahallelerinde yaşan Suriyeli çocukları anlatayım. Çünkü duyulması, bilinmesi gereken o.

Küçükçekmece havzası, gölü çevreleyen mahalleleri rezidans ve lüks sitelerden ayıran bir yolu barındırıyor. Sanki bir sınır var orada, krom bariyerler ve gri duvarların ardında bambaşka hayatlara bakan Yarımburgaz, Şahintepe, Güvercintepe mahalleleri de o sınırın öteki tarafında kalıyor. Kentsel dönüşüm projeleri, parselleşme, ruhsat ve iskan sorunları gibi meselelerle yıllardır haşır neşir olan, ama son bir kaç yılda bu dönüşümünün en acımasız kısmını yaşayan bu mahalleler, etnik çatışmalardan da nasibini alıyor. Bir şekilde ucuz kiralar, tekstil atölyelerinin bulunduğunu bilen Suriyeli aileler de bu mahallelere yerleşik durumda. Avrupa’ya kaçabilen kaçmış, oturum veya sığınma izni alabilmiş olanlarla birleşmeyi bekleyenler de var, kendi başlarının çaresine bakmak üzere burada kalakalmış olanlar var. Evlerin çoğu, derme çatma gecekondular, ruhsatsız apartmanların emlakçı adına kira sözleşmesi yapılmış bodrum katları, briketler, sundurmalar, kömür sobaları ve rutubetli kiremitlerden oluşuyor.

İşte o evlerde yaşayan çocukların bazıları, mahalle gönüllüleri, sivil inisiyatifler ve bir kaç yürekli insanın dayanışmasıyla, okula başladı. Okula başlayanların ilk karşılaştıkları sorun, dil, ardından iletişim çatışması, ayrımcılık ve zorbalıkla karşılaşma. Çat pat Türkçe bilen çocukların çoğu okul öncesi herhangi bir eğitim görmemiş. İlkokul birinci sınıfa başlayanlar daha şanslı, çünkü onlar için bu yıl MEB’in hazırladığı ve umutla gözlemlediğimiz bir müfredat mevcut. Eylül’de okula başlayan bazı çocuklar, sınıf başkanı bile oldular, birinci dönem sonunda güzel karneleriyle bizi karşıladılar. Daha büyük sınıflar ve ortaokul seviyesi ise müthiş sorunlu. Eğitimlerine mecburen ara vermiş çocuklar, Arapça yazmayı biliyor. Türkçe okumayı, yazmayı bilmiyor ki sindirim sistemini öğrensin, kümeli işlemler yapsın… Yine MEB’in bir yıl Türkçe temel eğitim, sonrasında seviyesine uygun sınıfa yerleştirme yapıldığı okullar olduğunu biliyoruz, ve bu uygulamanın tüm okullara yayılmasını merakla bekliyoruz.

Bazı çocuklar da günde 12 saat tekstil atölyelerinde çalışıyor, 11 yaşında evine ekmek parasını tek başına getiriyor, akşamları ve Pazar günleri, mahalle derneğinde bir avuç gönüllünün öğrettiği Türkçe derslerine katılıyor. Bu, bir mucize işte. Hiçbir devletin, kurumun altında kalkamayacağı kadar büyük, korkunç ve çaresiz bir durumda, yetebildikleri kadar çocuğa ulaşmaya çalışan gönüllülerin yarattığı bir mucize. Yine bir avuç gönüllünün Yarımburgaz’da gerçekleştirdiği Haklar Atölyesi’nden aklımda en çok kalanlardan biri bu cümleydi: “Çalışıyorum. Arkadaşlarımı hatırlıyorum. Halimiz ne olacak çok üzülüyorum.” Haklar Atölyesi’nin detaylı hikayesine bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: https://multeciyimhemserim.org/2016/11/21/haklar-atolyesi/

Başka bir mucize de Okmeydanı’nda: Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, yıllardır yine Yarımburgaz gibi bir çok farklı toplumsal ve yerel sorunla karşı karşıya omuz omuza dayanışma halindeyken, mahallelerine taşınan 600’e yakın Suriyeli ailenin ihtiyaçlarıyla da yüzleşmişler. Yoksulluğu paylaşırken, komşularının çocuklarının da okullu olması gerekliliğini her fırsatta dile getiriyorlar. Şöyle bir şansları var ki, geçtiğimiz yıl bin bir eziyetle okula kaydedilen çocuklar, Geçici Eğitim Merkezlerine değil, onları kucaklayan resmi okullara gidebilenlerin sayısı diğer mahallelere göre daha çok, bu da mahalle derneğinin insanüstü çabasından kaynaklanıyor. Yine, ayrımcılık, dil sorunu, maddi imkansızlıklar gibi sorunları mahalle derneğinde her hafta sonu etüt ve sanat atölyeleri yapmaya gelen gönüllülerle bir nebze hafifliyor, ama yama gibi… İçten içten kanamaya devam ediyor.

Resmi okullardaki müfredatın Suriyeli çocuklara uygunlaştırılması konusunda da çalışmalar olduğunu biliyoruz. Bazı aileler, “savaş bitse, bugün dönerim” dedikleri için, Suriyeli eğitim müfredatını veren “özel” okullara çocuklarını yolluyorduysa da, bu eğitim merkezleri de yavaş yavaş kapanıyor. Bu yüzden müfredat konusunda sıkıntı yaşayan aile sayısı da çok…

Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı’nın hazırlamış olduğu sık sorulan sorular yazısından, eğitim ve prosedürlerle ilgili detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz: https://multeciyimhemserim.org/2016/08/16/ilkogretim-ve-universiteye-kayit-proseduru-hakkinda-bilgilendirme-turkce-arapca-ingilizce/

İki mahallede de mucizeler oluyor… İki mahalleye de her gittiğimizde koşa koşa bizi kucaklayan, karşılayan çocuklar var. Ayda bir gün, bir kaç saat bile olsa, hepimizin yapabileceği, dayanışma içinde yer almak, sizleri koşa koşa karşılayacak çocuklara “halin ne olacak ben de bilmiyorum ama üzülme, bak ben buradayım,” diyebilmek için, gönüllü olun.

İlginizi Çekebilecek İçerikler