Benim Oğlum Hutbe Okur!

Akşam Cumartesi, Türe Özçelik Sabancı’nın anıldığı sempozyumda, Türkiye’deki eğitim sorunları konuşuldu. Ama yeni bir şey yok… Gelişmiş ve çağdaş bir toplum olmanın yolları üzerine ciddi kafa yormuştu… Sözünün özü neyse, ısrarla basardı üstüne üstüne; ‘Çalışmak, çalışmak, çalışmak’ derdi. Arkadan ‘Üretim, üretim, üretim’ diye eklerdi. Çoğu zaman da ‘Eğitim, eğitim, eğitim’ der, noktayı koyardı. İçinde ukdeydi eğitim. Kurduğu yüzlerce okulda, binlerce genç eğitildi. Sakıp Sabancı, ölümünün 5. yılında ERG (Eğitim Reformu Girişimi) tarafından düzenlenen ve eğitim sistemimizdeki sorunlara yoğunlaşan bir sempozyumla anıldı. Fikri sorulsa, her yıl bu şekilde anılmayı o da tercih ederdi. Daha ‘üretken’ olması şartını koyardı ama. Konuşmacılardan Prof. Ziya Selçuk, Türkiye’yi ‘dünyanın en dikkati dağınık ve hiperaktif  çocuğu’ olarak tanımladı; yerinde duramayan, içi içine sığmayan, sabırsız ama cesur hatta gözü kara… Katılanların genel yaklaşımları, Türk eğitim sisteminin kangrenleşmiş sıkıntılarının yine ve yeniden masaya yatırılmasından öteye gitmedi ama umutlandık bir kez daha. Teşhisi zaten biliyoruz; ‘Eğitim sistemimiz çok hasta’. Tedavi yolları da biliniyor; ‘Zorunlu eğitim daha uzun sürmeli’, ‘Öğretmenler eski tip düşünüyor’, ‘Dünya görüşü olan, cesur, araştırmacı, sorgulayan öğretmenlere gerek var’, ‘Eğitim politikaları değişen iktidarla değil, toplumun ihtiyaçları ve gelişmesi ile değişmeli’, ‘Konular ve dersler öğrencinin seveceği biçimde sunulmalı’ ,’Şimdiki sınav sistemi gerçekten bilen değil, hafızaları güçlü çocukları ön plana çıkarıyor’, ‘Yaratıcılığı öldürmeden, yaratıcılığı öğreten bir eğitim sistemi olmalı’… Tedavi yöntemine gelince; gün boyunca kaldığım sempozyumdan çıkarken aldığım notlar arasında hiçbir yeni ‘öneri’ yoktu. Yani, ‘Oğlum hutbe okur, döner döner yeniden okur’ durumu. SORGULAMA ÇOCUKKEN BAŞLAR ERG Direktörü Üstün Ergüder, ‘Üniversite bir toplumun aykırıyı düşünme yeridir’ dedi. Oysa 17 yıl boyunca sorgulamayı öğrenmeyen bir genç, nasıl sorgulayacağını bilir mi? Diğer yanda ülkemizde lokomotif olan nice güçlü üniversite var, ama neden hiçbirinin eğitim fakültesi yok? Sempozyumda, siyaset bilimci, bilgisayar mühendisi, iktisatçı, tarihçi ve gazeteci konuşmacıların arasına bir de nöropsikiyatri uzmanı gerekmez miydi? Çünkü eğitim önce, beynin kayıt, yorum ve yürütme fonksiyonlarının en tepe noktasına ulaştırılmasını hedeflemeli. Bunu bilimsel olarak yorumlayacak kişi de bir çocuk nöroloğu olabilir ancak. Hele ki Prof. Ziya’nın söylediği gibi, Türkiye bir hiperaktif çocuk gibiyse eğer… Öğrenme ve öğretme metotlarına ilişkin çalışmaları olan ve şimdilerde bir okul açma hazırlıkları yapan Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin’in de konuşmacı olarak katkısına ihtiyaç vardı. Keskin’i bir ara izleyiciler arasında gördüm ve umutlandım. Belki seneye… Özetle, büyük emek harcanarak organize edilmiş bu eğitim sempozyumunda, herkesin yetersiz olduğunu bildiği ama bir türlü değiştiremediği eğitim sistemimiz bir kez daha yargılandı ve görünen o ki müebbede mahkum edildi yine… Sabancı Müzesi’nin merdivenlerinden inerken, dilime Pink Floyd’un ‘The Wall’u takıldı nedense; ‘Düşünce kontrolü istemiyoruz, duvardaki tuğlalardan biri olmak istemiyoruz, hey öğretmen çocukları yalnız bırak…’ YEŞİL SAPLI, KIRMIZI ÇİÇEK… Bir küçücük oğlancık okula yeni başlamış. Öğretmeni ‘Bugün resim yapacağız’ demiş. Çocuk resim çizmeye bayılırmış. Renk renk boyalarını dizmiş masanın üzerine tam ilk çiziği atmışken, öğretmen ‘Duruuun’ demiş; ‘Daha başlamayın! Herkes hazır olana kadar bekleyin’… ‘Şimdi’ demiş öğretmen; ‘Çiçek çizmesini öğreneceğiz’. Çiçek çizmeyi çok severmiş minik oğlancık. Morlar, turuncu ve mavilerle boyamış çiçeklerini. Ama öğretmen ‘Duruuun’ demiş yine; ‘Size çiçeğin nasıl yapılacağını önce ben göstereceğim. Yeşil saplı, kırmızı bir çiçek çizmiş. ‘İşte’ diyerek sınıfa göstermiş çizdiği çiçeği; ‘Şimdi başlayın bakalım’… Çocuk bir öğretmenin resmine bakmış, bir de kendininkine. Kendininkini daha bir sevmiş. Ama bunu söyleyememiş. Kağıdını çevirip öğretmeninki gibi yeşil saplı, kırmızı bir çiçek çizmiş. Çok geçmeden küçük çocuk, beklemeyi, izlemeyi ve her şeyi öğretmen gibi yapmayı öğrenmiş. Başlamış kendiliğinden hiçbir şey yapmamaya. Aylar sonra çocuk ailesiyle şehir değiştirmiş. Okulu da değişmiş, öğretmeni de. İlk gün yeni öğretmen ‘Resim yapacağız’ demiş. Çocuk beklemeye başlamış. Öğretmen ‘Sen resim yapmak istemiyor musun?’ diye sormuş. Çocuk şaşkın; ‘Ne yapacağız?’ Ne isterse yapabileceğini söylemiş öğretmen. ‘İstediğim renkte mi’ diye sormuş çocuk. Elbette istediğin renkte’ demiş öğretmen; ‘Herkes aynı resmi yaparsa ve aynı renkleri kullanırsa kimin neyi yaptığını nasıl anlarım ben?’ ‘Bilmem ki’ demiş çocuk ve başlamış çizmeye yeşil saplı, kırmızı çiçeği…]]>