Çocuk İşçiliği Sorunu Neden Çözülemiyor?

Nitelikli eğitim açısından tartışılması kritik konuları verilerle değerlendirdiğimiz yazı dizimiz Etraflıca’nın ilk bölümünde çocuk işçiliğini ele aldık. Söz bu kez de çocuk işçiliği konusunda çalışmalar yapan diğer çocuk hakları savunucularının: Pınar Uyan-Semerci ve Emre Erdoğan, çocuk işçiliğinin, varlığını çocukların çalışmasını meşru gören ve hatta teşvik eden görünmez bir uzlaşmaya borçlu olduğunu vurguluyor. Uyan-Semerci ve Erdoğan, bu uzlaşmanın tarafları olan ebeveynlerin, işverenlerin, bürokratların, kamunun ve tüm kamuoyunun çocuk işçiliğinin devamındaki rollerini ERG Blog’a yazdı.

Prof. Dr. Emre Erdoğan
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Pınar Uyan-Semerci
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

Çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, fiziksel, ruhsal ve zihinsel gelişimleri açısından zararlı olan çocuk işçiliği ülkemizde ve dünyada şu ana kadar çözülemeyen önemli bir sorun ve ne yazık ki kısa vadede de çözülebilecek gibi gözükmüyor. Çocukların çocuk olmasını engelleyen çocuk işçiliğinin onlara giderilemez bir zarar vereceğini düşünen ve bu sorunun çözülmesi için çaba harcayan bizlerin sık sık kendimize sorduğu bir soru var: “Çocuk işçiliği sorunu neden çözülemiyor?”.

Çocuk işçiliği kadar akutlaşmış bir sorunun çözül(e)memesinin sebebinin bir teşhis eksikliğinden kaynaklanmadığını biliyoruz. Sıkça referans verilen TÜİK’in 2019 tarihli Çocuk İşgücü Anketi’ne göre dar tanımıyla çalışan çocuk sayısı 720 bin olarak hesaplanmış. Bu rakama ülkemizde yaşamakta olan Suriyeli çocukların çalışma durumu ya da evdeki bakım yükü yok sayılan kız çocukları dahil değil, o yüzden gerçek rakamın daha yüksek olması gerektiği üzerinde bir fikir birliği var. Keza çocuk işçiliği konusunda bölgeler arası farklar olduğu, mevsimlik tarımda kayda değer sayıda çocuk için tarlada çalışmanın bir yaşam biçimi hâline geldiği ve cinsiyet farklılıklarının da gözle görüldüğü de bilinenler arasında. Evde bakım yükünü üstlenmek zorunda olan, tekstilde merdivenaltı atölyede ortacı olan, saya işçiliği yapan, tarlada ailesiyle çalışan, babasıyla pazarda çalışan, hizmet sektörünün birçok alanında çalışan birçok farklı çocuk işçiliği biçimi var. YÖK Tez Merkezi veritabanında konusunda “çocuk işçiliği” kelimesini içeren 127 yüksek lisans ve doktora tezi bulunuyor; son yirmi yılda da alanda birçok yayın olması, konuya verilen akademik önemi de göstermiş durumda[1].

Çocuk işçiliğinin nedenleri ve sonuçları 

Çocuk işçiliğinin nedenleri konusunda da yeterli fikrimiz var. Yoksulluk ve benzeri ekonomik zorluklar çocukların çalışmalarına yol açan en önemli sebep olarak gözüküyor. Çocuğun doğduğu ailenin ortamı da belirleyici; ebeveynlerin birinin ya da ikisinin birden olmaması, ebeveynlerin eğitimsizliği, işsizliği ya da çalışamıyor olması da hem yoksulluğa hem de çocuk işçiliğine yol açan başka bir faktör. Ailenin kalabalıklığı ya da göç etmiş olması da çocuk işçiliğinden bahsederken akılda tutulması gereken etkenler. Makro düzeyde de gelir dağılımı bozukluğuyla çocuk işçiliği oranı arasında bir ilişki olduğu da ortaya konmuş durumda[2].

Bir çocuğun çalışmasının ona verdiği zararlar konusunda da yeterli bilgiye sahibiz; bu durumun fiziksel, bilişsel ve sosyal gelişim sorunlarına yol açtığı da biliniyor. Okulu terk, yoksulluğun nesilden nesile aktarılması önemli bir sonuç. Psikolojik sorunlar, ihmal, istismar ve şiddetin yanı sıra suça karışma da çocuk işçiler için var olan riskler arasında. Üstelik işyerinde yaşanan, sakatlık ve ölümle sonuçlanabilecek iş kazaları da çocuk işçiliğinin önemli sonuçları. Sonuçta, çocuk işçiliğinin çocuğa verdiği zararları da biliyoruz, kimsenin “iyi bir şeydir” diyecek hâli yok.

Bütün bunlara ek olarak, çocuk işçiliğiyle mücadele için gerekli yasal altyapıya da sahibiz. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) hazırlamış olduğu ve en sonuncusu 1999 tarihini taşıyan bir dizi sözleşme ülkemiz tarafından imzalanmış durumda ve Anayasamızın 90. maddesi uyarınca bağlayıcılık taşıyor. 2001 yılında kabul edilen bu uluslararası sözleşmeyi takiben hazırlanan İş Kanunu ve 2004 tarihli yönetmelik çocuk işçiliğini yasaklar ama bir dizi istisnayı koymaktan da geri kalmaz. Yine de bu istisnalara rağmen ülkemizde çocuk işçiliğine sıfır tolerans gösterilmesi konusunda yasal bir altyapı bulunur, zaten siyasi irade de bunu sıklıkla vurgular.

“Kamuoyunun sessiz onayı olmasa çocuk işçiliği mümkün olmazdı” 

Eğer sorunun varlığında, nedenleri ve sonuçlarında uzlaşmışsak, elde de iyi kötü bir yasal altyapı bulunmaktaysa, bu sorunun neden hâlâ mevcut olduğunu sorgulamamız gerekir; belki de büyük resimde kaçırdığımız bir detay bulunur.

Konu hakkında yaptığımız bir dizi saha araştırması ve yürüttüğümüz akademik çalışmalar[3], çocuk işçiliğinin şu anda bile mevcudiyetini herkesin dahil olduğu görünmez bir uzlaşmaya borçlu olduğunu gösterdi; başka bir deyişle, çocuklarının çalışmasını meşru gören ve hatta teşvik eden bir karşı uzlaşma var. Bu uzlaşmanın tarafları da ebeveynler, işverenler ve bu işi denetlemekle sorumlu bürokratlar, kamu ve aslında tüm kamuoyu. Bütün bunların dolaylı da olsa sessiz onayı olmadan, çocuk işçiliği pek mümkün olmazdı.

Çocukların “zorunlu tercihi”

Birincisi, çocuklar çalışmayı içinde bulundukları koşullar, sahip oldukları imkânlar daha doğrusu imkânsızlıklar içinde tercih edebiliyorlar. Ailenin ve evin koşulları çocukların “zorunlu bir tercih”te bulunmasıyla sonuçlanabiliyor. Yoksul ailelerde çocukların kendilerini sorumlu hissettikleri ve aile geçimine katkıda bulunmayı görev olarak gördüklerini de biliyoruz. “Çalışarak kardeşlerinin okumasını sağlamak” çok yaygın gördüğümüz ve sıkça karşılaştığımız bir fedakârlık anlatısı, özellikle ebeveynler “evin ekmeğini getirme” de zorlandıklarında. Annenin hasta olduğu ya da çalıştığı durumda da çocuklar ev bakım yükünü çok erken bir yaşta üstelenebiliyorlar. Çocuklar erken yaşta büyüyüp, “yetişkin” olmak ve yetişkin sorumluluklarını almak zorunda kalıyorlar. Bazen bu sorumluluk onların görüşlerinin dikkate alınmasına da yol açabiliyor. İlk kez sözleri dinlenip, onların fikirleri sorulabiliyor. Ayrıca okulda başarısız olan, yoksulluğu ya da etnik kökeni nedeniyle ayrımcılığa uğrayan çocuklar, hele de aldıkları eğitimin ne işe yaradığından da şüphelilerse okulu bırakıp çalışmaya geçebiliyorlar; okulun ‘akademik başarı’ odaklı katı kuralları sonrası işyeri bile özgürlük anlamına gelebiliyor. Okulu terk etmiş çocuğun “haylaz” olmasın diye çıraklığa verilmesi ya da babasının yanında çalışmaya gönderilmesi sıkça karşılaştığımız bir durum. Öte yandan, belki de başka bir çalışmanın konusu, çocuğun kendisini “çocuk” olarak görmediği ve erkenden yetişkin olmaya özendiği durumlar da var. Yetişkinlik, sorumluluk kadar özgürlükleri de yanında getiriyor; örneğin babasının veremeyeceği cep harçlığını kendisinin kazanması gibi.

Bu resimde bakmamız gereken ikinci aktör aileler. Yoksulluk, aileyi her türlü gelire muhtaç hâle getiriyor. Hele ebeveynlerin iş bulamadığı durumlarda, çocuğun güvencesiz istihdamı hane gelirine üç kuruş da olsa bir katkı fırsatı sağlıyor. Yoksul ailelerde eğitimsizliğin yaygınlığı ve dolayısıyla hem sosyal hem de yasal desteğe erişimin sınırlı olması, bu ailelerin çocuklarını korumalarının önünde bir engel oluşturuyor. Ailenin tüm fertlerinin çalıştığı mevsimlik tarım gibi bir ortamda, çoğu çocuk işçilikten gelen yetişkinler için bu durum olağan. Çocuğun tarlada çalışması, kazanılan paranın düşüklüğü nedeniyle neredeyse bir zorunluluk olarak algılanıyor. Mevsimlik tarımda kişi başı yevmiye verilmesi, yaşı tutmasa da çocuğu tarlaya götürmek için iyi bir neden oluşturuyor. Ailelerin çocuklarının çalışmasını hoş görmek bir yana, teşvik etmelerinin en önemli sebeplerinden biri de çocuğun artık çocuk olarak görülmemesi, bir yetişkin gibi ailenin var olma çabasına katkıda bulunmasının beklenmesi. Çocuk kendisini büyümüş olarak görmese de diğerleri ona “artık sen büyüdün, çalış!” diyebiliyorlar. Çadır alanları da çocuklar için güvenli alanlar değil, tarlaya götürülmeyen küçük çocuklara bakma yükü de birkaç yaş büyük ablalara yüklenebiliyor. Yine benzer bir biçimde yoksunluk içinde olan ailelerde çocuklar, özellikle kız çocuklarevin tüm işlerini üstlenmek zorunda kalabiliyorlar. Ailenin iyi olabilmesi için çocuğun iyi olma hâli gözardı edilebiliyor.

İşverenlerin çocuk işçi çalıştırmasını meşrulaştıran ve engellemeyen sistem

Çocuk işçiliğinin devamının en birinci sorumlularından biri olan işverenler, üçüncü aktör. Tarımda elci ya da bahçe sahibi, kentteyse ustadan başlayıp patrona uzanan bir dizi sıfatla anılan bu kişiler çocuk emeğini sömürmekten kazanç sağlıyorlar. Anlatılarında bu tercihlerini, kendi koşullarını, üretimdeki sorunları ve ekonomik krizleri vurgulayarak meşrulaştırıyorlar. Küçük işletmelerin çoğu enformel sektörle iç içeler ve varsa rekabet güçlerini bu kayıtdışılıktan elde ediyorlar. Çalışanlarını sigorta ettirmek ve hak ettikleri ücreti vermek, bir çocuk işçiyi çırak sıfatıyla da olsa çalıştırmaktan çok daha pahalıya geliyor. Çocuk işçilerin ustaların işyeri zorbalıklarına, güvencesiz ve güvenliksiz çalıştırmalarına karşı daha savunmasız olması da çocuk işçileri cazip kılıyor; Suriyeli çocuk işçiler bu konuda iki kat daha savunmasız. Pederşahi bir kültürde yetişmenin etkisiyle olacak, “etine” sahip çıktıkları çocukları sömürmek bu işverenlerin yüreğini pek sızlatmıyor; bazıları kendi çocuklarını da aynı şartlarda çalıştırmakta beis görmüyor, bazıları ise çalıştırdıkları çocukları “çocuk” olarak görmüyor. Öte yandan mevsimlik tarımda bazı sahalarda yeteri kadar “verimli” görülmeyen çocuk işçileri bahçe sahibinin istemediğini ancak aracılık görevini üstlenen elci ve babanın ortak girişimiyle çocuğun orada olabildiğini de ekleyelim. Yasadaki boşluklara, denetimi daha doğrusu denetimsizliği eklediğimizde (SGK istatistiklerine göre 2020 yılında toplam 9 bin işyeri teftiş edilmiş, 565 bin işçi arasında 264 genç işçi, 4 çocuk işçi ve 426 çırak tespit edilmiş-),işverenlerin çocuk işçi çalıştırmaktan korkmaları için hiçbir sebep yok diyebiliriz.

Etkin kamu müdahalesi ve denetim eksikliği 

Bu da bizi çocuk işçiliğinin devamında kamunun rolüne getiriyor: Yasal düzenlemeyi yapması gereken siyasetçiler ve yasaları uygulayacak olan kamu çalışanları. Yukarıda verdiğimiz rakama bir rakam daha ekleyelim, Çocuk İşçiliğiyle Mücadele yılında mücadele çerçevesinde sadece 40 bin çocuğa erişildiği söyleniyor, bu oran resmi çocuk işçi rakamının yüzde 5’inden az. Konunun siyasetçilerin dikkatini çekmemesinin en önemli sebebi kamuoyunda bu konuda önemli bir baskı olmaması. Çocuk işçiliğini görmemeyi tercih eden, herkesin kendi çocuğu için herşeyi göze alabileceği ama toplumda çocukların yaşadığı sorunları duymamayı tercih ettiği bir iklimde siyasetçiler bu konuda harekete geçmezlerse seçim kaybetmeyeceklerini biliyorlar. Aynı motivasyon eksikliği denetlemeden sorumlu yerel bürokrasi için de geçerli; sokakta çalışan çocuklar bir miktar rahatsızlık verse de ve zaman zaman zabıta operasyonlarının hedefi olsalar da kimsenin aklına babasının yanında semt pazarlarını dolaşan çocuklara ya da servis elemanlarına müdahale etmek gelmiyor. Yerel bürokrasi, yasanın boşluklarının da farkında, daha önce saydığımız istisnalar neredeyse kurala tabi olmayı istisna haline getiriyor. En önemlisi, bu konuya müdahil olması gereken Çocuk Koruma Sistemi’nin yetersizliği ve kapsayıcı olmaması da yerel düzeyde bir müdahaleyi imkânsız kılıyor.

Çocuk işçiliğini sorun olarak görmeyen toplumsal algının değişmesi şart” 

Tüm bunların yanı sıra tüm toplumda çocuk işçiliğine dair algı ve çocuk işçiliğinin acil olarak çözülmesi gereken bir sorun olarak görülmemesi de sorumluların üzerinde baskı yaratmıyor. Taraflarına doğrudan çıkar sağlayan bu dengenin varlığı, kısa vadede bu aktörlere kazanç sağlasa ya da sağlıyor gibi gözükse de uzun vadede başta çocuklar olmak üzere hepimizin iyi olma hâlini tehdit eden bir sorunu akutlaştırıyor ve çözülmez hâle getiriyor. Önceliklerin yeniden değerlendirilmesi, çocuk işçiliğini çözebilmenin birinci adımı ancak şu ana dek araştırmalarımız ve deneyimlerimiz bunun olabilmesi için sıfırıncı adımın çocuk işçiliğine dair algının değişmesinin şart olduğunu gösteriyor.

 

[1] Detaylar için bkz E.Erdoğan ve P. Uyan-Semerci (2019). Türkiye’de 2000 Sonrası Akademik Yazında Çocuk İşçiliği Çalışmalarının Değerlendirilmesi. Calisma ve Toplum, 63(4).
[2] age.
[3] Bu çalışmalar: P.Uyan-Semerci & E.Erdoğan (2017). Ben Kendim Büyüdüm Demiyorum-Adana’da Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çocuklarının Yaşam Koşullarının Çocuğun İyi Olma Hali Perspektifinden İyileştirilmesi Proje Araştırma Sonuçları; E.Erdoğan & P.Uyan- Semerci (2018). Illegality in the informal labour market: findings from pilot research on child labour in Istanbul. Research and Policy on Turkey, 3(2), 138-154 ve P. Uyan-Semerci, E.Erdoğan & G.Durmuş (2017). Çalışan çocuk: Bağcılar ve Küçükçekmece pilot araştırması. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

 

Yazarlar Hakkında: 

Prof. Dr. Pınar Uyan- Semerci: İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. 2007 yılından itibaren aynı üniversitede Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürlüğü ve 2017 yılından itibaren Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi dekanlığı görevlerini yürütmektedir. Doktora derecesini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi alanında alan Uyan Semerci, sosyal adalet, insani gelişme, yapabilirlik yaklaşımı, yoksulluk, çocuğun iyi olma hali, kimlik oluşumu alanlarında uzmanlaşmıştır, bu konular yanı sıra çocuk işçiliği, gençliğin siyasal katılımı, ötekileştirme, kutuplaşma, göç ve sosyal politika alanlarında da yayınları bulunmaktadır.

Prof. Dr. Emre Erdoğan: İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi alanında doktora derecesi bulunan Erdoğan, akademi ve sivil toplumda çeşitli projelerde araştırmacı ve kıdemli danışman olarak görev yapmıştır. Araştırmaları siyasi katılım, dış politika ve kamuoyu, çocuk ve gençlerin refahı, metodoloji ve istatistiğe odaklanmaktadır. Türkiye’de gençlik, Suriyeli mülteci gençlerin entegrasyonu, ötekileştirme, kutuplaşma ve popülizm konularında çalışmakta ve yayınlar yapmaktadır.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Etraflıca Bülteni | Çocuk İşçiliği

Atılan adımlar ve ortaya konan hedeflere rağmen dünyadaki çocuk nüfusunun azımsanmayacak bir bölümü çalışmaya devam ediyor ya da iş arıyor. Nitelikli eğitim açısından tartışılması kritik konuları veriler ve hak temelli yaklaşımla değerlendirdiğimiz yeni yazı dizimiz Etraflıca’nın ilk bölümünde çocuk işçiliğini ele aldık. ERG Blog’da bu kapsamda yayımladığımız

Çocuk İşçiliğinin Sıfır Noktasını Anlamak

Nitelikli eğitim açısından tartışılması kritik konuları verilerle değerlendirdiğimiz yazı dizimiz Etraflıca’nın ilk bölümünde çocuk işçiliğini ele aldık. Söz bu kez de çocuk işçiliği konusunda çalışmalar yapan diğer çocuk hakları savunucularının: Pınar Uyan-Semerci ve Emre Erdoğan, çocukların çalışmasını meşru gören ve hatta teşvik eden görünmez uzlaşının

Çocuk İşçiliğiyle Mücadelede Eğitim Nerede?

Nitelikli eğitim açısından tartışılması kritik konuları verilerle değerlendirdiğimiz yazı dizimiz Etraflıca’nın ilk bölümünde çocuk işçiliğini ele aldık. Etraflıca kapsamında söz bu kez de çocuk işçiliği konusunda çalışmalar yapan diğer çocuk hakları savunucularının: Gözde Durmuş, eğitim sisteminin çocukları okuldan kopararak çalışma hayatına iten sorunlarına değindi. Eğitimin