Yürütmenin Etkisinin Artışına Bir Başka Örnek: Milli Eğitim Şurası Kompozisyonundaki Değişiklikler

Aytuğ Şaşmaz, ERG Proje Uzmanı

Son günlerde hükümet, bir dizi Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayımlayarak “bağımsız” olarak addedilen kurumların bağımsızlığına çeşitli sınırlamalar getiriyor. Bu durumun, ulusal ve uluslararası kamuoyunda en fazla ses getiren örneklerinden biri Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üye ve başkan seçimi yöntemlerinde yapılan değişiklikler oldu.

 

Son günlerde Hükümet, bir dizi kanun hükmünde kararname (KHK) yayımlayarak “bağımsız” olarak addedilen kurumların bağımsızlığına çeşitli sınırlamalar getiriyor. Bu durumun, ulusal ve uluslararası kamuoyunda en fazla ses getiren örneklerinden biri Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üye ve başkan seçimi yöntemlerinde yapılan değişiklikler oldu. Bir “akademi”ye yaraşan şekilde, kendi üyelerini ve başkanını kendisi belirleyen TÜBA’nın elinden bu yetkiler alındı, TÜBA’nın üyelerinin sayısı artırıldı, üçte birinin Bakanlar Kurulu, üçte birinin de Yükseköğretim Kurulu tarafından atanmasına karar verildi.

Demokrasi içinde “bağımsız” kurum ve kurullar tartışılagelen bir olgu. Özellikle bağımsız merkez bankaları ve piyasa düzenleme kurullarının varlıkları, sol yönelimli çeşitli düşünürler tarafından sorgulanıyor.Bu yazarlar, merkez bankalarının ve piyasa düzenleme kurullarının neoliberal düşüncenin gereklerinin yerine getirilmesine toplumsal müdahalelerle ket vurulması olasılığının önüne geçmek üzere oluşturulduğunu savunuyorlar.

Ancak her “bağımsız” kurum ve kurul aynı kefeye konmamalı. Kamu kaynaklarını kullanan bazı kurum ve kurulların bağımsız olması, çok çeşitli açılardan meşru sayılabilir.Örneğin TÜBA gibi, idareyi etkileyen kararları zaten almayan, görevi bilim üretimini teşvik etmek ve hükümete bilim politikasıyla ilgili öneriler sunmak olan bir kurumun bağımsızlığının meşruiyeti sorgulanmamalı. Ancak Hükümet, hem de kurumun bağlandığı bakanın ağzından, “TÜBA’nın özerkliğinin şu ana kadar özgürlükleri kısıtladığını” açıkladı. Ancak Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı tarafından yapılan bu açıklama, bu önermenin hemen arkasından gelmesi gereken mantık silsilesinden, diğer bir deyişle bizi bu önermeye ikna edecek örneklerden ve düşünce akışından tamemen yoksun.

Yürütmen erkinin bağımsız kurum ve kurullar üzerindeki etkisini artıracak bir başka müdahale de, Mayıs 2010’da, çok sessiz biçimde Milli Eğitim Şurası üzerinde yapıldı. Halen bağımsız bir Eğitim Akademisi bulunmayan ülkemizde (bundan sonra olması ihtimali de kalmadı herhalde), tek görevi dört yılda bir toplanıp Milli Eğitim Bakanlığı’na tavsiye niteliğinde kararlar almak olan kurumun kompozisyonu, Kasım ayında 18.Şura’nın toplanmasından sadece altı ay önce, Mayıs ayında oluşturulan yeni bir yönetmelikle değiştirildi.

Eğitim İzleme Raporu 2010’un hazırlıkları sırasında, bu değişikliğe biraz daha yakından baktık. İki yönetmeliği de yakından inceleyerek, şura üyelerini hem içlerinden seçildikleri kurumlar/toplumsal gruplar hem de seçim biçimleri yönünden sınıflandırdık. Ve aşağıdaki şekillere ulaştık.

(Resimleri büyütmek için lütfen resmin üzerine tıklayınız.)

Kolaylıkla görülebileceği üzere, yapılan en önemli değişikliklerden biri, şuranın üye sayısının 500’den 750’ye çıkarılmış olması (TÜBA’nın üye sayısı da % 50 oranında artırılmıştı). Bunun yanında MEB tarafından belirlenen üyelerin oranı % 60’tan % 75’e çıkmış.MEB’in seçimine ihtiyaç duymadan, doğrudan şura üyesi olan “tabii üyeler”in oranı % 28’den % 18’e düşmüş.

Şura üyelerini içlerinden seçildikleri kurumlar/toplumsal gruplar temelinde incelediğimizde, akademisyenlerin oranının % 12’den % 9’a, sivil toplumdan gelen üyelerin % 7’den % 5,5’a düştüğünü görüyoruz. MEB mensuplarının oranı ise % 47’den % 49’a yükselmiş. En ilginç değişikliklerden biri, herhangi bir şarta bağlanmaksızın ya da herhangi bir kuruma bağlılığı gerekmeksizin, (yine MEB tarafından belirlenen) şura gündemine göre çağrılabilecek, grubu/kurumu önceden belirlenmemiş “belirsiz” üyelerin oranı ise % 4’ten % 11’e çıkmış. Milli Eğitim Şurası, elbette bir TÜBA ya da Anıtlar Koruma Kurulu değil. O yüzden, bu değişikliği eğitim politikasını etkileme açısından gereğinden fazla önemsememeli. Ama Bakanlık’ın kendisine bağlayıcı olmayan, tavsiye niteliğinde kararlar verecek bir organda yaptığı bu değişiklikler önemli ve eğitim camiası ve kamuoyu tarafından daha fazla sorgulanmalı.

Bu blog yazısı ERG’nin görüşlerini yansıtmaz. Sorumluluk blog yazarlarına aittir.

İlginizi Çekebilecek İçerikler