Uzun Hikâye | Çocukların Gözünden Pandemi

 

COVID-19 salgınıyla birlikte derinleşen eşitsizliklerden en çok etkilenen çocuklar oldu. Her evin sosyoekonomik alt yapısındaki farklılıklara göre, salgının çocuklar üzerinde yarattığı psikolojik, ekonomik ve akademik etkiler de farklılaşıyor. Çocukların salgın sırasında yaşadıklarını, hissettiklerini onlardan dinledik.

Umay Aktaş Salman
ERG Araştırmacısı

“Koalaya benziyorum. Çünkü çok hareket edemiyordum. Koala nasıl bir ağaca tutunuyorsa ben de ağaca tutunur gibi evime tutundum.”

“Kozasının içinden çıkamayan bir tırtıl gibiyim. Kelebeğe dönüşemedim.”

“Kendimi güçlü ama ürkek bir hayvan olan kaplana benzetiyorum. Asla pes etmem.” 

“Kendimi kabuğuna çekilmiş, dışarı çıkmaya korkan bir kaplumbağaya benzetiyorum.” 

“Kendimi kırık kalp emojisi, üzgün surat emojisine benzetiyorum.” …

Çocuklar salgın sürecinde kendilerini nasıl hissettiklerini bu benzemetlerle tarif ediyorlar. 

Onlar farklı sosyoekonomik koşullara sahip, farklı yaş gruplarından çocuklar. Salgının hayatlarına etkisi her biri için farklı. 

Türkiye’de ilk COVID-19 vakasının görüldüğü 10 Mart 2020’den bu yana 11 ay geçti. Zaten haklarına erişimde çeşitli zorluklar yaşayan çocuklar, salgınla birlikte derinleşen eşitsizliklerden en çok etkilenenler oldu. Yüz yüze eğitime ara verilmesi, sokağa çıkma yasakları derken uzun süredir evde olan çocuklar okuldan, sokaktan, parklardan ve arkadaşlarından uzakta. 

Başka Bir Okul Mümkün Derneği tarafından Mayıs 2020’de yapılan “Çocuklar Evde Nasılsınız?” isimli araştırmaya katılan çocuklar kendilerini evde, mutlu, rahat, üzgün, kafası karışmış, sıkışmış hissettiklerini ifade ediyorlar. Türkiye’nin farklı illerinde yaşayan 7-12 yaş aralığındaki 210 çocukla internet üzerinden yapılan araştırma, çocukların hemen hepsinin bağlantı, hareket ve özerklik ihtiyaçlarını yeteri kadar karşılayamadıklarını gösteriyor. 

Covid-19 Sürecinde İstanbul’un Farklı Yerleşimlerinde Çocukların Haklarına Erişimi Araştırması da çocukların sürecin ekonomik sonuçlarından da etkilendiğini ortaya koyuyor. Başak Kültür Sanat Vakfı (BSV), Sulukule Gönüllüleri Derneği (SGD), Tarlabaşı Toplum Merkezi (TTM) ve Zeytin Ağacı Derneği’nin işbirliğiyle tasarlanıp Nisan-Temmuz 2020’de yapılan çalışmada, görüşülen 85 bakımverenden 50’si hanede işini kaybeden en az bir kişi olduğunu söyledi. Araştırmada, 85 bakımverenin hanede sorumlu olduğu çocuk sayısının 269 olduğu, bu kısıtlı ve temsili olmayan grupta bile ne kadar çok sayıda çocuğun sürecin ekonomik sonuçlarından etkilendiği vurgulanıyor. İzleme çalışması çocukların yaşam, hayatta kalma, gelişim, oyun, eğitim, sağlık gibi temel haklarına erişiminde sorunlar yaşandığını da gösteriyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nin, Pandemide Söz Küçüğün Projesi kapsamında hazırladığı, “Çocukların Pandemi Günlüğü” podcast serisinde ise çocukların yaşadıklarını, hissettiklerini anlatıyor. 

Her evin nüfusu, imkânları, ebeveynlerin eğitim ve çalışma durumu, sosyoekonomik alt yapısındaki farklılıklara göre salgının çocuklar üzerinde yarattığı psikolojik, ekonomik ve akademik etkiler de farklılaşıyor. Çocukların hissettikleri, bazı yoksunlukları ortak olsa da her çocuğun yaşadıkları, hissettikleri birbirinden farklı. 

Çoğunlukla olduğu gibi bu süreçte de çocukların seslerini, yaşadıkları deneyimleri yetişkin seslerinin arasında duymak çok zor. Toplumsal yaşamda kendilerini ifade alanları, katılım hakları zaten kısıtlı olan çocukların salgın sırasında yaşadıklarını daha yakından anlamak için farklı sosyoekonomik koşullara sahip, farklı yaşlardan ve farklı okul türlerine devam eden 8-17 yaş arasındaki çocuklarla görüştük. Yaşadıklarını onlardan dinledik ve deneyimlerini görünür kılmak istedik. Kendilerini nasıl hissettiklerini, evde nasıl vakit geçirdiklerini ve uzaktan eğitim deneyimlerini sorduk. Ebeveynleriyle de bu süreçten psikolojik ve ekonomik olarak nasıl etkilendiklerini konuştuk. Her birinin hikâyesi eğitim politikalarından sosyal politikalara, salgın sürecinde hayata geçirilen uygulamalardan yapılması gerekenlere dair önemli ipuçları içeriyor. 

“Biz artık hep böyle mi yaşayacağız?” 

İstanbul’da yaşayan 8. sınıf öğrencisi Y.A.Ü., annesi, babası, 2. sınıfa giden kardeşi ve babaannesiyle birlikte 5 kişilik bir hanede yaşıyor. Annesi salgın başlayınca bakıcılık yaptığı işinden çıkarıldı. Tekstilde çalışan babası da artık ayın 10 günü çalışıyor ve daha az maaş alıyor. Anne Y. Ü. “Birden zaten çok yüksek olmayan alım gücümüz daha da düştü. Bedensel ve ruhsal olarak etkilendim. Faturalarımız birikti. Belediyeden yardım kolisi aldık. Çocuklar ‘Biz artık hep böyle mi yaşayacağız’ diye sormaya başladılar. Bu arada çocuklarımın okuldan kopmaması ve soğumaması için elimden geleni yapıyorum. Şimdi yeniden iş buldum, toparlanmaya çalışıyoruz” diyor. 

Evdeki eski tabletten canlı derslere bağlanamayan Y.A.Ü. ve kardeşi uzaktan eğitime de verimli biçimde erişemedi. Eğitim İzleme Raporu 2020’nin Öğrenciler ve Eğitime Erişim dosyasında da vurguladığımız gibi Millî Eğitim Bakanlığı’nın “Eşitlik Analizi” ne göre, bağlantı, cihazlara ve EBA online sistemine erişim konusunda yoksulluk seviyelerine göre büyük farklar bulunuyor. İnternet erişimi yoksul hanelerde yüzde 39’a kadar düşüyor. 3 veya daha fazla çocuğun bulunduğu hanelerde ise bu oran daha da düşük.

Sosyoekonomik sebeplerle ayrımcılığa uğrayan çocukları desteklemek ve okula devamlarını sağlamak için çalışan Çimenev’in tablet desteğiyle Y.A.Ü. son iki aydır derslerini daha düzenli takip ediyor. 2. sınıfa giden kardeşinin ise online dersleri takip edebileceği bir aracı yok. Liselere Giriş Sınavı’na da hazırlanan Y.A.Ü. eğitime erişemediği zaman hissettiklerini şöyle anlatıyor: 

Okul olmayınca akran öğrenmesi de azaldı

“Evde tabletim vardı ama eski olduğu için programlar yüklenemedi ve giremedim canlı derslere. İnternetim de yetersizdi. Martta başlayan süreç ve sonrası, benim için upuzun bir yaz tatili gibiydi. Arkadaşlarıma hangi konuda olduklarını soruyor ve ona göre çalışıyordum. Arkadaşlarımı hiç göremeyecekmişim gibi geldi, bu süreç hiç bitmeyecek gibi geldi. 7. sınıfı uzaktan eğitimi verimli kullanamadan bitirdim, 8. sınıfın başında da verimli giremedim derslerime. Eksiklerim var. İki ay önce tablet geldi, derse giriyorum ama öğretmenimi pek iyi anlayamıyorum şimdi, zorluk çekiyorum. Bazı ev ortamları çok kalabalık ve gürültülü, o yüzden derslerde herkesin kamerası, mikrofonu kapalı. Açık olsa, birbirimizi görsek daha iyi olacak. Liselere Giriş Sınavı’na gireceğim bu yıl. Yüz yüze eğitim olsa fen lisesini kazanırdım belki, orayı istiyorum. Ama kazanamamaktan korkuyorum.”

Okulun yokluğu akran öğrenmesini de sekteye uğrattı. Y.A.Ü. “Arkadaşım olsa… Arkadaşlarıma sorardım ve anlardım eskiden, şimdi soramıyorum. Pazar günleri online olarak Çimenev, matematik, türkçe, fen gibi derslerde bize kurs veriyor ücretsiz. Çok geride kaldım bu dersleri alınca moralim düzeliyor, motivasyonum artıyor.” diye konuşuyor. 

“Koalanın ağaca tutunduğu gibi evime tutundum”

Y.A.Ü. kendini koalaya benzetiyor:

“Çünkü çok hareket edemiyordum. Koala nasıl bir ağaca tutunuyorsa ben de ağaca tutunur gibi evime tutundum. Balkonumuz var. Biraz orada hava alıyorum, ondan sonra da salonda oturuyorum. Yanımızda park olsa çıkabilirdim ama yok. Hapis altındayım gibi hissediyorum. Ayda bir yürüyüşe çıkıyorum. Evden yürüyerek okuluma gidiyorum, çok özlediğim için dışarıdan okuluma bakıyorum. Korona bitince maskelerimi yırtıp arkadaşlarıma sarılacağım, öğretmenlerimin ellerinden öpeceğim.”

“Annem öğrenmeye çok hevesliymiş”

Evde çok sıkıldığını söylese de bu süreçte yeni fark ettiği ve memnun olduğu şeyler olduğunu da anlatıyor: 

“Okul varken kardeşimle kavga ediyordum ama şimdi sınıftaki arkadaşım gibi ilgileniyorum. Kardeşim arkadaşım oldu aynı zamanda. Anne ve babamın daha önce fark etmediğim birçok huyunu öğrendim. Mesela annem her zaman yeni bir şeyler öğrenmek istiyor. Bu konuda çok hevesliymiş. Benimle birlikte çalışıyor. Evde de ailece daha fazla oyun oynuyoruz.” 

Çocuklar için okuldan uzak kalmanın tek anlamı akademik kayıplar değil elbette. Okul, çocukların sosyal ve duygusal gelişimini yaşadığı bir yer aynı zamanda. Salgın, okulun sosyal, duygusal gelişimdeki önemli yerini çok net bir şekilde gösterdi. İstanbul’da özel bir okulda 4. sınıfa giden 9 yaşındaki G.S. okul ve uzaktan eğitim arasındaki farkı şöyle anlatıyor: 

“Oyun oynamak istiyorum ama annemin işleri var”

“Okul bana ve arkadaşlarıma ait bir yer. Kendim gibi kişiler var. Arkadaşlarımı çok özledim, onlarla olmayı istiyorum. Okul varken çok güzel okuluma gidiyordum. Teneffüslerde sohbet edip, oyun oynuyorduk. Sekiz ders işleyip eve dönüyordum, dönüşte parkta arkadaşlarla oynuyordum. Annem artık evden çalışıyor ama işleri olduğu için benimle vakit geçiremiyor. Oyun oynamak istiyorum ama onun da işi olduğu için oyun oynayamıyoruz. İşi bitince de yemek ve ev işleri oluyor. Bize az vakit kalıyor. Yalnız oluyorum böyle. Hep evdeyiz ama iyi ki kitaplar var, yoksa başka dünyalara da gidemezdim.”

Düzenli bir şekilde online derslere katılabilen ve öğretmeniyle iletişimi olan G.S., arkadaşlarıyla, telefon ya da bilgisayarla iletişim kurma, online olarak farklı etkinliklere katılma imkânına sahip. Ancak pek çok çocuk gibi arkadaşlarıyla yüz yüze iletişim kurmak ve bir arada olmak istiyor. G. S. uzaktan eğitimin hem sevdiği hem sevmediği tarafları olduğunu da anlatıyor: 

“Uzaktan eğitim bana bilgisayarı daha iyi kullanmayı öğretti. Bu hoşuma gidiyor. Ya da şehir değiştirerek bile uzaktan eğitime katılabiliyorsun. İstersem yazlıktan katılabiliyorum. Sevmediğim şey, arkadaşlarımdan ve öğretmenimden uzak olmak. Evde olmak dikkatimi de dağıtıyor bazen. Başka şeyler dikkatimi çekiyor; oyuncağım, kalemim, arkadaşımın arka planındaki bir resim dikkatimi dağıtıyor bazen.”

“Kozasından çıkamayan bir tırtıl gibiyim”

Salgın sürecinde kendini nasıl hissettiğini ise şöyle tarif ediyor 9 yaşındaki G.S. : 

“Kozasının içinden çıkamayan bir tırtıl gibiyim. Kelebeğe dönüşemedim.”

Salgın, okulun çocuk koruma sisteminin çok önemli bir parçası olduğunu da gösterdi. Beslenmeden, sağlık takibine, ihmal ve istismarın tespit edilmesinden, müdahalesine kadar pek çok açıdan, okulun önemli bir rolü var. Bu rolü yerine getirebilmesi konusunda eksikler olsa da eğitimin uzaktan yapılması yine de okulun üstlendiği pek çok rolün zayıflaması anlamına geldi.

Örneğin İstanbul’da yaşayan 17 yaşındaki M. Ö. için eğitimin okulda yapılmaması çalışmak zorunda kalmasına neden oldu. M. Ö. meslek lisesi 11. sınıf öğrencisi. 12 ve 10 yaşlarında kardeşleri olan M.Ö, beş kişilik bir ailede yaşıyor. Babasının ve amcasının işlettiği restoranda 10 yaşından beri hafta sonları çalışan M.Ö., eğitim uzaktan olunca hafta içleri de çalışmaya başladı. Çalışmak konusunda üzerinde psikolojik baskı olduğunu anlatan M.Ö. salgının başından bu yana yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 

“Okul olmayınca çalışmak zorunda kaldım, kimse de bir şey sormadı”

“Geçen sene Mart ayında uzaktan eğitim çok verimli geçmedi. Sınıflarımızı geçirdiler zaten. Bu eğitim yılı başladığından beri katılabildiğim kadar derslere katılmaya çalışıyorum ama çalıştığım için saatlerime uymuyor. Evde bilgisayarım var ama internet yok. Evde olursam telefonumun internetini bilgisayara bağlıyorum ama yetmiyor. Dükkana gittiğimde ise babamın telefonunu kullanıyorum. İki kardeşim var evde, onlar da annemin telefondaki interneti kullanıyor. Bir ara yan komşumuzun internetini kullandık. Haftanın beş günü babam ve amcamın restoranında çalışıyorum. Kuryelik yapıyorum, siparişleri götürüyorum, temizlik yapıyorum, bulaşık yıkıyorum. Dükkândan canlı derslere bağlanmaya çalışıyorum. Böyle bir ortamda dersi anlamak, dinlemek çok zor. Öğretmenler de ‘Neredesin sen, gürültü çok’ diyor. ‘Dükkândayım, çalışmak zorundayım’ dedim ama kimse de dönüp başka bir şey sormadı. 

“Okulda yaşam alanım vardı”

Seçeneğim olsa çalışmayı tercih etmem. Dükkânda yaşadığım stres derslerimi de etkiliyor. Babamlar derslerin online olmasını anlamıyorlar. ‘Ne yapacaksın evde, annene yardım mı edeceksin? Dükkana gel’ diye ısrar ediyorlar. Ben de dükkana gitmek zorunda kalıyorum, baskı hissediyorum üzerimde. Okulumu bitirmek istiyorum. Salgın hayatımı çok değiştirdi. Okulu özledim. Okulda bir yaşam alanım vardı. Arkadaşlarımla da görüşemiyorum. Arkadaşlarımın çoğu da çalışıyor. Derse bağlandığım zaman 30 kişilik sınıftan bakıyorum 10 kişi derse girmiş.”

“Okulu özlemedim çünkü ayrımcılık vardı”

Okul, her çocuk için özlenen bir yer değil. Eğitim ortamlarının niteliği, okullarda çocuk katılımının olup olmadığı, öğretmenlerin davranışları çocuğun okula aidiyet duygusunu etkiliyor. İstanbul’da yaşayan 13 yaşındaki M. V. ortaokul 7. sınıf öğrencisi. İki ağabeyi, bir ablası, anne ve babasıyla birlikte 6 kişilik bir ailede yaşıyor. M. V. salgın sürecinde kendini kabuğuna çekilmiş, dışarı çıkmaya korkan bir kaplumbağaya benzetiyor. M.V., uzaktan eğitimden hiç verim alamadığını, bu şekilde derslerini anlayamadığını anlatıyor. Uzaktan eğitimi sevmese de okulların açılması konusunda da hevesli olmadığını anlatıyor. Okulda ayrımcılık olduğunu anlatıyor: 

“Bazı öğretmenler ayrımcılık yapıyorlardı. Zeki olduğunu düşündüğü öğrencilere daha iyi davranıyorlar. Öğretmenin bir çocuğa vurma hakkı olamaz. Ama oluyor. Bizim kararlarımızı önemsemiyorlar. Psikolojik şiddet de uyguluyorlar. Öğretmen bana da bağırdı. Tokat atacak gibi elini kaldırdı. O olaydan sonra okuldan nefret etmeye başladım. Bir tek arkadaşlarımı özledim. Bir de beden dersini.” 

M. V., dersler dışında da ev işlerinde annesine yardım ediyor. Bu süreçte ona en iyi gelen şeylerden biri, ilgisi olan dövüş sporlarından karateye başlaması, bir de Sulukule Gönüllüleri Derneği’nin online olarak düzenlediği atölyeye katılması olmuş. Kısa bir süre yüz yüze karate kursuna gitmiş, bir süre sonra ise ara vermişler. Bu sürecin onu ve herkesi çok yorduğunu söyleyen M. V. “Her şey bittiğinde de insanlara kendilerini iyi hissetmeleri için etkinlikler, programlar düzenlemeliler.” diyor.

Çocukların bu süreçte iyi olma halini etkileyen pek çok faktör var; öğretmenleriyle iletişimleri, ebeveynlerinin çocuklarını destekleyebilecek donanıma ve zamana sahip olmaları… 

“Öylece bitti ilkokul”

Adıyaman’da yaşayan 11 yaşındaki M. U. bir devlet okulunda 5. sınıfa gidiyor. Asgari ücretle geçinen üç çocuklu bir ailenin ortanca oğlu. Bir ağabeyi, bir de 10 aylık kardeşi var. Salgın başladığında 4. sınıftaydı. Yüz yüze eğitime ara verilince ilkokuldaki son yılını arkadaşlarını ve öğretmenini göremeden bitirdi. Bu durumun onu üzdüğünü söylüyor:

“4. sınıf öğretmenimiz yüz yüze eğitime ara verilince aramadı. Canlı ders de yapmadık. Arada bir, ailelerimizin telefonlarına kitaplardan sayfa numaralarını yollayıp ödev gönderdi. Sonra da yaz tatiline girdik. Öylece bitti yani ilkokul. Bizimle iletişim de kurmadı öğretmenimiz.”

Eğitime verimli şekilde erişemediği, sınıf arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle iletişim kuramadığı ayların ardından, ortaokula başladı. Bu eğitim-öğretim yılı da uzaktan eğitimle devam edince evlerine internet bağlattılar. Canlı dersleri takip edebildiği için mutlu. Ancak sıkılıyor, okuldayken daha fazla eğlendiğini anlatıyor. Evdeki bilgisayar yetersiz olduğu için annesinin akıllı telefonundan dersleri takip ediyor. Bunun için telefonu yenilemek zorunda kaldılar. Pazar günü hariç haftanın altı günü canlı dersleri var. 

Çocukların ekran başında geçirdikleri zamanın süresi, ekran bağımlılığı tartışılırken, salgınla birlikte hem uzaktan eğitim hem de evde geçirilen zamanın artması nedeniyle bazı çocukların ekran başında geçirdiği süre bir hayli arttı. M. U. da ders dışı zamanlarda çoğunlukla evde ve ekran karşısında: 

“Ödev yapıyorum, telefondan oyun oynuyorum. Televizyona bakıyorum; beş tane dizim var. Varsa vaktim kitap okuyorum. Sokakta da oynuyorum arkadaşlarımla arada. Eskiden her pazar çarşıya çıkardık ama şimdi çıkamıyoruz. Okulların açılmasını istiyorum.”

Anne M.U. ise oğlunun evde stresini atamadığını anlatıyor: 

“İnternet çektirdiğimizden bu yana canlı derslere giriyor. Öğretmenleri görmesi çok iyi oldu. Ben de bir anne olarak yemek mi, temizlik mi yapayım, diğer çocuklarla mı ilgileneyim. Hangi birini yetiştireyim. İlkokul mezunuyum, bir yere kadar destek olabiliyorum. Bir saat ders yapıyor, 2 saatini televizyon karşısında geçiriyor.”

Arkadaş sohbetleri sosyal ağlara taşındı 

Salgın kimi çocukların sosyal yaşamını, arkadaşlarıyla iletişimini daha çok online ortama taşıdı. Okuldaki sosyal ortamlarının ve birlikte dışarıya çıkmanın yerini tutmadığını söylese de

İstanbul’da yaşayan 9. sınıf öğrencisi P. S. daha önce bildiği ama kullanmadığı Discord, House Party gibi sosyal ağları arkadaşlarıyla vakit geçirmek, bir arada olmak için kullanıyor. 

P. S. ortaokulu uzaktan eğitimde bitirdi. Liseye başladı. Liseli olma duygusunu henüz tarif edemiyor, deneyimi ağırlıkla online çünkü. Yüz yüze eğitim yapıldığı kısa bir dönem arkadaşlarıyla tanışma fırsatı olmuş. Şimdi de her gün online olarak onlarla sohbet ediyor: 

“İki saati buluyor arkadaşlarla sohbetlerimiz. House Party, Discord uygulamalarını kullanarak arkadaşlarımla birkaç kişi bir arada sohbet ediyoruz. Sosyal medyayı çok kullanmazdım ama bu süreç bana sosyal medyadan da iyi arkadaş edinebildiğimi gösterdi. Geçen sene LGS zamanında normalde alacağımdan daha düşük bir puan aldım ama şu anki okulumdan memnunum. Özel bir okula devam ediyorum. Bu okul uzaktan eğitim sistemini de daha oturtmuş bir okul. Ama ben okulda olmayı seviyorum. Yüz yüze eğitimi seviyorum. Evde olmak iyi ama bir yere kadar. Artık yeter. Günlük rutinim yoğun. Her sabah 7.30’da kalkıyorum. 08.15’te ders başlıyor. Pazartesi 8 , diğer günler 9 ders yapıyoruz. Öğlenleri annem babam çalıştığı için yemeğimi kendim hazırlıyorum. Evde tek başımayım. Dersler bitince ödev yapıyorum, film ve dizi izliyorum, resim çiziyorum.”

Destekleyici bir ev ortamı ve ebeveynleri olan, öğretmenleriyle daha yakın iletişimi olan çocukların deneyimleri tüm zorluklara rağmen daha olumlu denebilir. 

Ev birden fazla mekana dönüşünce …

M.E.Y. İstanbul’da bir devlet okulunda 3. sınıf öğrencisi. Üniversite mezunu bir anne, babanın en küçük çocuğu. 3. sınıfa gidiyor. Lise ve üniversite 3. sınıfa devam eden iki ablası var. Yani evde üç öğrenci var. Hal böyle olunca evdeki dizüstü bilgisayar sayısı üçe çıkarılmış. Üç çocuk da uzaktan eğitimi takip ediyor. Üç kişi aynı anda interneti kullanıp online ders yaptığında sorunlar yaşanabiliyor. Bu kez içlerinden biri mobil üzerinden bağlanıyor. Telefonların internet paketleri yükseltilmiş. 

Normalde üç kardeş aynı odada kalıyor ama ders zamanları odaların rolleri değişiyor. Anne C. Y. iki ablanın kulaklıklarla kendilerinin yatak odasından, oğlunun da ablalarıyla kaldığı odadan tek başına bağlandığını anlatıyor. Anne-babanın yaşam alanı ise çoğunlukla salon. Gün içinde ev adeta okula dönüştüğü için, büyük bir sessizlik ortamı yarattığını anlatıyor anne C.Y. : 

“ Evdeki şeylerin, düzenin önem ve aciliyet sırası değişti. Tüm bunlara göre yaşam düzenimizi değiştirdik.” 

Evde yanında olan annesi ve iki ablası M.E.Y.’nin en büyük desteği. Öğretmeniyle de iyi bir iletişimi var, uzaktan eğitime geçildiğinden bu yana hiçbir kopukluk yaşamamış, yeni sisteme göre sınıflarını düzene oturtmuşlar. Evine yakın park veya bahçe yok. Dışarıya çıkmıyor ama salgın sürecinde belirli bir süreyi yazlıklarında geçirme şansı olmuş. 

“Salgında farklı ilgi alanları edindi”

Annesi 8 yaşındaki M.E.Y.’nin bu süreçte internet üzerinden bilimle ilgili araştırmalar yapmayı öğrendiğini söylüyor: 

“Bilime ilgili videolar keşfetmeye başladı. Onları da izlemeye vakit ayırıyor. Dikkat süresi arttı izlerken. Farklı ilgi alanları kazandı. Aktif olarak zoom üzerinden ders yaptığı için etkileşimli ödev hazırlıyor, bilgisayar programlarına daha aktif kullanıyor.”

M.E.Y kendisini evde beslenen kuş veya balık gibi gördüğünü söylüyor ama “Evimde rahat ve mutlu hissediyorum” diyor: 

“Dijital ortamda hayatımı sürdürmeyi öğrendim”

“Rahat geliyor, evde olmak. Uzaktan eğitimi sevdim. Bilgisayardan olmasını seviyorum. Bilgisayarla uzaktan eğitime kadar çok bağlantım yoktu. Bazen merak ettiğim bir şeyi araştırıyordum, videolar izliyordum. Şimdi teknolojik olarak daha fazla tecrübem var. Öğretmenimi ve arkadaşlarımı yüz yüze görüşmeyi özledim ama dünyada her şey normale dönse ben yine uzaktan eğitimi seçerim. Eskiye göre hayatımdaki tek fark dijital ortamda da hayatımı sürdürmeyi öğrendim.”

M.E.Y. salgından sonra yapılması gerekenlerle ilgili fikirleri olduğunu söylüyor: 

“Her yaş grubunun teknolojiye ulaşması ve kullanabilmesi çok önemli. Bu öğretilmeli. Herkese anket yapılmalı. Bu yaşanan sürecin, uzaktan eğitimin olumlu olumsuz yanları sorulmalı. Neler yaşadıkları sorulmalı herkese. Toplanan bilgiler de belirli testten geçirdikten sonra yeni uzaktan eğitim programları yapmalılar, teknolojiyi geliştirmeyi öğretmeliler bize. Bence hayati bir şey. Bizden bir sonraki çağ böyle bir şey yaşarsa bu sayede bizden iki , üç kat daha tecrübeli olacak. Bence gelecekte böyle bir şey yapılırsa öğrenmede sorun olmaz. Gelecekte bazı şeyler daha zor olacak. Mesela büyük bir kuraklık var, toprak verimsizliği başlayacak, kullanılan kimyasallar toprakları etkileyecek. Bilim ve teknolojinin çok daha fazla yapılmasını isterdim, daha fazla insan teşvik edilirse, çok araştırma yapılır ve gelecek hakkında daha fazla bilgi alınır.”

Lise ve üniversite sınavına hazırlanan öğrenciler için yaşadıkları süreç daha stresli geçebiliyor. Onlardan biri de M.E.Y.’nin lise 3. sınıfa giden ablası P.Y. Canlı dersleri verimli bulmadığını, mantık olarak da sevmediğini anlatan P.Y. bu süreci ve hissettiklerini şöyle anlatıyor: 

Evde teneffüs yok 

“Anadolu lisesi öğrencisiyim. Dersler bazı günler sabahtan,bazı günler öğlen başlayıp akşam 20.00’ye kadar sürüyor. 11. sınıf öğrencisi için zaman öldüren ve kötü bir plan. Ders ve ödevler derken gün bitiyor. Sosyal bir hayatım yok. En son arkadaşlarımı geçen martta gördüm. Eskiden teneffüsler bile iyi bir zamandı sosyal anlamda, toplu taşımada bile bir aradaydık arkadaşlarla. Kurs için, ödevler için buluşuyorduk. Evde tenefüs yok. Teneffüs zamanında evde defterlerimi düzenliyorum, ihtiyaç molası. O kadar. Özel alanım yok. 

“10 yıl sonra nerede olacağız?”

Öğretmenden öğretmene uzaktan eğitimden alınan verim de değişiyor. Kimi adeta okuldaymışsız gibi işliyor, daha iyi anlıyorsun, kimi öyle değil. Uzaktan eğitimle ilgili bir şey değiştirmek isteseydim, saatlerini ve bize bir şey katmayan öğretmenleri değiştirmek isterdim. Sınava hazırlanıyorum ama bu şekilde nasıl olacak, kaygılıyım. Belirsizlikler geriyor beni. İnternete ve telefona erişimi olmayan çocuklar var. 10 yıl sonra böyle bir eğitimden,deneyimden geçmiş insanlar olarak nerede olacağız ?”

“Virüs kaygım azalmadı” 

Çocukların kaygı düzeyleri de farklı. P. Y., hiç dışarı çıkmıyor, salgın başladığından bu yana kaygısı devam ediyor. Kaygısının hiç azalmadığını söylüyor. Okulu evden yürütmek hoşuna gitmiyor ama evdede kendini güvende hissettiğini söylüyor. Evde müzik dinliyor ve puzzle yapıyor. Kardeşi ve ablasıyla birlikte kutu oyunları oynuyorlar. 

“İlkokul demek bir tablet daha demek, okula başlamasını erteledik”

Veli C.Y’nin yukarıda dediği gibi salgınla birlikte her evin düzeni, öncelikleri ve aciliyetleri değişti. Ş. S.’nin üç çocuğu var. Oğullarından biri 6 yaşında, diğeri 8 yaşında, 3. sınıf öğrencisi. Kızı ise 9 yaşında ve 4. sınıfta okuyor. Onların evindeki aciliyet sırasına göre 3 ve 4. sınıfa giden çocukları uzaktan eğitime katılıyor. 6 yaşındaki oğlu birinci sınıfa başlayamadı. Çünkü imkânları el vermedi: 

“6 yaşındaki oğlum birinci sınıfa başlayabilirdi ama başlayamadı. Onun da ilkokula başlaması, uzaktan eğitime erişebilmesi için bir tablet ya da bilgisayar demekti. Okula devam eden çocuklarımdan biri tablet bağışı sayesinde, diğeri de benim telefonumdan derslere giriyor. Ders dışında ben de desteklemeye çalışıyorum. Üçünün teknik olarak erişmesi de, benim destekleyebilmem de çok zordu. Eğitimini ertelemek durumunda kaldık. Okulöncesi kaynaklarla evde çocuğumu kendim desteklemeye çalışıyorum.”

3. sınıfa giden K. S. “Evimiz iki odalı. Bir odada hepimiz yatıyoruz, diğer oda salon. Kız kardeşimle derslerim çakışıyorsa birimiz salona geçiyor. Okulumu ve okulda ders yapmayı özledim. Arkadaşlarımı özledim. Online derslerin arasında boşluk oluyor. 16.30’da yeniden başlıyor dersler. Ben de o arada hava güzelse annem ve kardeşlerimle parka gidiyorum. Sonra koşa koşa derse yetişiyorum.” diye konuşuyor. 

Değişen ev ve bakım düzeni 

Anne-babası sağlık çalışanı olan çocuklar bu süreçte ebeveynlerinin yokluğunu daha fazla hissettiler. Anne ve babası sağlık sektöründe çalışan 8 yaşındaki K. H ve 5,5 yaşında olan kardeşi onlardan ikisi. Onlara lise son sınıf öğrencisi olan kuzenleri destek oluyor. Babaları gece çalıştığı zaman gündüz iki oğluyla birlikte evde. Babaları gündüz çalıştığında ise 12. sınıfa giden kuzenleri hem onlarla ilgileniyor hem de kendi online derslerini takip ediyor. Düzenlerini böyle oturtmuşlar, hiçbiri için kolay değil ama birbirlerine destek olarak yürütüyorlar. 

3.sınıf öğrencisi K. H, öğretmeniyle düzenli iletişim halinde, uzaktan eğitim sürecine de katılıyor: 

“Arkadaşlarımı göremiyorum, sınıftayken oyunlarla dersi işlerdik. Bilgisayardan her zaman oyunlu ders yapamıyoruz. Öğretmenimi de çok özlüyorum. Evde online derslerden sonra kardeşimle oynuyorum, ödevlerimi yapıyorum. Anne babamı da pek göremediğim zamanlar oluyor. Özlüyorum. Bazen tek kalıyormuş gibi hissediyorum, biraz üzücü. Öğretmenim aradığında çok mutlu oluyorum. Heyecanlanıyorum çok.”

Teyzesinin iki oğluyla ilgilenen ve kendi de öğrenci olan S. K salgınla birlikte düzenlerinin tamamen değiştiğini anlatıyor: 

“Üniversite sınavına hazırlanıyorum. Özel okuldan devlet okuluna geçtim salgın olunca. Eniştem gece çalıştığında gündüz çocuklar birlikteyim, ben de derslerime buradan katılıyorum. Cuma günleri de evime dönüyorum. Psikolojik ve beden olarak yoruldum. Çocuklar çok uslu ve derslerini takip ediyorlar. Annem ve teyzem psikolojik olarak hepimize destek oluyor. Hem kendi hem de kuzenlerimin sorumluluğunu almak güçlü hissetmeme de sebep oldu. ‘Bunu yapabiliyorsam her şeyi yapabirim’ diye düşünüp iyi hissettim. Kendimi güçlü ve ürkek bir kaplana benzetiyorum. Asla pes etmem. Üniversitede tıp okumak istiyorum.” 

“Kendi kendimin öğretmeni oldum”

Bazı çocuklar için salgın süreci çok daha zorlu geçiyor. Onlardan biri 6. sınıf öğrencisi G. B. işçi olan babası bu süreçte işsiz kaldı. Babasının hala düzenli bir işi yok. 6 ve 8 yaşında iki oğlan kardeşi olan G.B. 9 ay boyunca uzaktan eğitime de öğretmenlerine de erişemedi. Bir ay önce sağlanan bir destekle evlerine internet bağlantısı çekilip, bir bilgisayar getirilince derslerini takip etmeye başladı.

“Televizyonumuz da bozuktu, geçen sene de hiç takip edemedim televizyondan dersleri. Evdeki ders kitaplarından kendi kendime bir şeyler yapmaya çalıştım. Kendimin öğretmeni oldum. Öğretmenlere ulaşamadım, onlar da bana ulaşmadı. Yaz olunca köye gittik. Köyde ceviz topluyorduk bahçelerdeydik. İki dayım vardı engelli. Onlara yemek yediriyordum. Onlara kitap okuyordum. Tüm bakımı anneannem üstlendiği için onlara yardım ettim. Getir götür işleri yapıyordum evde. Erkek kardeşlerim de çobanlık yapıyordu. Ben ve annem keçileri sağmaya gidiyorduk, sütten yoğurt yapıyorduk.”

“Kimse görmüyor bizi sanki”

Salgınla birlikte evlere kapanmak ve ihtiyaçların karşılanamaması bazı çocukların yalnızlık duygusunu ve gelecek kaygısını da tetikledi. Eğitime erişememek okuldan kopma, geride kalma kaygısından öte duygusal olarak da etkiledi G.B.’yi: 

“Yalnız olan kişileri anlıyorum. Kimse gelip ‘Ne yapıyor bunlar?’ demiyor. Kimse görmüyor bizi sanki. Çok kırıldım. Bu benim geleceğimi inşallah etkilemez. Yalnızlık çekmeyiz diye umuyorum. Böyle olursa okuyamam diye korkuyorum, ben öğrenmeyi seviyorum. Bir şey öğrenmek ilgimi çekiyor. Biri anlatırsa çok çabuk kavrayabiliyorum. Okula gittiğimde dertlerimi unutuyordum, en azından öğretmenimle dertleşiyordum. Şimdi kimse yok. Konuşabileceğim kimse yok.”

Eve bilgisayar gelince derslere girmeye başladığını anlatan G. B.’nin artık erişimi olsa da ev ortamı, ailesinden alabileceği desteğin sınırlılığı, akranlarına göre geride kalması olması onu zorluyor: 

“Derslere girince heyecanlandım. Sınıf başka konuda, ben gerideyim. Panik oluyorum, parmak kaldırma özgüvenim yok. Ya yanlış olursa, korkum var. Öğretmen ya kızarsa… Annem bu ara biraz rahatsız. Sabah 08.00’de kalkıyorum, çayı koyuyorum derse giriyorum. Teneffüste sofrayı kaldırıyorum, kardeşlerimi hazırlıyorum. Küçük kardeşime boyama veriyorum, 8 yaşındakine ödev veriyorum. O bağlanamıyor uzaktan eğitime. Derslere en baştan yetişebilseydim keşke. Bir düzen kurabilirdim. Kitabı bitirdiler ben en baştaki konudayım, çok geride kaldım. Uzaktan eğitimden hiçbir şey anlamıyorum. Belki diğerleri anlıyordur. Bana sadece bir ses gibi geliyor. Çabalamaya çalışıyorum ama yardımcı olabilecek kimse yok. Annem de ortaokuldan sonra okuyamamış. Dersler konusunda desteğe ihtiyacım var.”

Eğitim İzleme Raporu 2020’nin Öğrenciler ve Eğitime Erişim dosyasında, halihazırda en yoksul sosyoekonomik dilimde yer alan öğrencilerle en varlıklı sosyoekonomik dilimde yer alan öğrencilerin arasında var olan yaklaşık 2 yıllık eğitime eşdeğer farkın, COVID-19 nedeniyle okulların kapanmasına bağlı olarak yüzde 9 oranında artabileceğine işaret ediyoruz. G.B. tek örnek değil. Salgın başladığından bu yana eğitime verimli erişemeyen çocuklardan ikisi de Adana’da yaşayan S.K ve M.K. Biri 7, diğeri 8. Sınıf öğrencisi. Altı kişilik ailelerini tarım işçisi babaları geçindiriyor. 8 ve 5 yaşında iki kardeşleri var. Hiçbiri uzaktan eğitime düzenli katılamıyor.

“Babam işe gidiyor, telefonunu kullanamıyoruz”

7. sınıf öğrencisi S.K. salgından önce okula düzenli devam ettiklerini söylüyor: 

“Babam işe gidiyor, evde telefon kalmıyor: Babam evde olduğunda arada onun telefonuyla giriyorum derslere. Birkaç haftada bir girebiliyorum. Bazen televizyondan takip ediyorum. Öğretmenin EBA web sitesine attığı ödevleri yapabiliyorum arada bir. Babamın telefonunu kullanabildiğimde bu kadar yapabiliyorum. Ama başarılı olamıyorum, bu durum beni üzüyor. Öğretmenlerimi özledim.”

Kız çocuklarının ev içi iş yükü 

8. sınıfa giden kız kardeşi M.K. da aynı durumda. Kardeşler babalarının telefonu sırayla kullanarak uzun aralıklarla online derslere girebiliyor ya da ödevlerine bakabiliyorlar. O da babaları evde ise. Kız çocuklarının evde iş yükü de, bakım emeği de daha fazla. M.K.“Arkadaşlarımı göremiyorum, okula gidemiyorum. Kötü hissediyorum. Anneme evde yardım ediyorum, temizlik yapıyorum, yemek hazırlıyorum. Kardeşime bakıyorum. Okula gitmemek meslek sahibi olamamak demek benim için. Ya olamazsam…” diye konuşuyor. 

Çocukların her birinin deneyimi, anlattıkları hayata geçirilen ya da geçirilecek olan çalışmaların, yaşadıkları bölgelere, mahallelere, devam ettikleri okullara, ev ortamına göre ne kadar çeşitli olması gerektiğini bir kere daha ortaya koyuyor. Öte yandan anlatılanlar salgında değişen çocukluk yaşantısı, öğrenilen beceriler, bilişsel kayıpların yanı sıra duyuşsal kayıplar üzerine de daha fazla düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Salgının çocukların üzerindeki sosyal, duygusal, akademik, ekonomik ve özne olabilme hallerine etkisine dair daha fazla bilgiye, araştırmaya ihtiyaç sürüyor. Onlar deneyimlerini anlatırken, ihtiyaçlarına ve çözüme dair de çok önemli şeyler söylüyorlar. Deneyimleri farklı ama her birinin hikâyesinden çıkan ortak soru şu: 

“Böyle bir eğitimden, deneyimden geçmiş insanlar olarak ileride nerede ve nasıl olacağız ?”

Diğer Uzun Hikâyeler

Uzun Hikâye | Depremin Birinci Yılında Hatay’da Eğitimin Durumu

Depremin birinci yılında öğretmenler Hatay’da eğitimin durumunu ve ihtiyaçlarını anlatıyor  Depremin yarattığı yıkımın en fazla olduğu illerden Hatay’da dersliklerin yüzde 45’i kullanılmaz hâle geldi. Kentte konteyner okullar kuruldu; sağlam kalan okullardan bazıları binalarını, yıkılan ya da hasarlı olan okullarla paylaşıyor. İkili eğitim oranı arttı. Kent

Uzun Hikâye | Tüm Varlıkları Gözeten Dünyalar Eğitim Yoluyla Nasıl Kurulabilir?

Eğitim Reformu Girişimi’nin 2004 yılından beri düzenlediği, Türkiye’nin dört bir yanından öğretmenlerin hazırladığı yaratıcı materyalleri ve uygulamaları görünür kılan Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın 19’uncusu gerçekleştirildi. 17 farklı ilden seçilen 53 uygulama, ilham veren çözümler öneriyor. Uzun Hikâye’nin bu bölümünde öğretmenlerin uygulamalarına yer verdik.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-4 | “Anayasal Prensip Olarak Çoğulculuğu ve Bir Arada Olmayı Benimsememiz Lazım”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Dördüncü bölümde İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-3 | “Din Eğitimi İdeolojik Kavgaların Sebebi Hâline Getirildi”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Üçüncü bölümde Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. M.

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-2 | “Endoktrinasyon Niteliğindeki Din Öğretimi Düşünce, Din veya İnanç Özgürlüğünü İhlal Eder”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. İkinci bölümde İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Koordinatörü Dr. Mine Yıldırım’la  okullarda dinler hakkında eğitimi,