PISA Ne Ölçüyor?

Hürriyet, Dr. Aysel Madra, Eğitim Reformu Girişimi Politika Analisti OECD’nin 2000 yılından bu yana üç yılda bir yaptığı Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015 sonuçları 6 Aralık’ta açıklandı. Bu değerlendirme 15 yaş grubundaki öğrencilerin matematik, fen bilimleri ve okuma becerilerini çoktan seçmeli ve açık uçlu sorulardan oluşan testler yoluyla ölçüyor.

2003 yılından beri PISA değerlendirmesine katılan Türkiye’nin 2015’te aldığı sonuçlar geçtiğimiz hafta medyada çok yankı uyandırdı. Ortaya çıkan resim pek iç açıcı değil: Türkiye’nin puanları 2003-2012 yılları arasında, OECD ortalamasının altında kalmasına rağmen yükseliyordu. Ancak, 2015 değerlendirmesinde her üç alandaki puanları düşmekle kalmayıp, 2003 seviyesinin de altında kaldı. Bu bize son 10 yılda eğitimalanında yapılan reformları mercek altına yatırıp ciddi bir şekilde sorgulamamız gerektiğini söylüyor.

Sadece sıralamalara ve puanlara bakmak yeterli değil

Türkiye’nin PISA performansını değerlendirirken sadece başarı puanlarına ve ülkeler arasındaki sıralamaya değil, aynı zamanda yeterlilik düzeylerine ve diğer ayrıntılara da bakmak gerekiyor. PISA öğrencilerin hangi düzeyde ne yapabildiklerini anlamak için sonuçları altı yeterlilik düzeyine ayırıyor. 5’inci ve 6’ncı düzeyde performans gösteren öğrenciler üst düzey yetiye sahip olarak kabul edilirken, 1’inci ve 2’nci düzeyde performans gösteren öğrenciler sadece temel bilgi sahibi diyebiliriz. 1’inci düzey altı performans gösteren öğrenciler ise okula devam etmelerine rağmen fen, matematik ve okuma alanlarında temel becerilere bile sahip değiller.

Türkiye’nin 2015 PISA yeterlilik düzeylerini 2012 yılı ile karşılaştırdığımızda ileri düzeyde performans gösteren öğrencilerin oranlarının azaldığını, 1’inci düzey ve altı performans gösteren öğrencilerin oranlarının ise arttığını görüyoruz. Örneğin, 2015 yılında okuma alanında temel becerilere sahip olmayan öğrencilerin oranı yüzde 40. Bu oran 2012 yılında yüzde 21.2 idi. Buna karşın, 2012 yılında okuma alanında yüksek düzeyde performans gösteren öğrencilerin oranı yüzde 4.4 iken, bu oran 2015 yılında yüzde 0.6’ya düştü.

Bu düşüşün sebeplerinin derinlikli olarak analiz edilmesi gerekiyor. Ancak sebeplerden bir tanesinin Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemi ile birlikte sınav odaklı bir eğitim sisteminin iyice pekişmesi olduğunu varsayabiliriz. PISA öğrencilere sadece neyi bildiklerini değil, bildiklerini gerçek yaşama nasıl uygulayabildiklerini de soruyor. Başka bir deyişle, bildiklerini başarıya dönüştürüp dönüştürmediklerini ölçüyor.

Örneğin, PISA 2015’de okuma becerileri alanında sorulan bir soru öğrencilere aşağıdaki görseli gösteriyor:

PISA ne ölçüyor

Test daha sonra öğrencilere aşağıdaki soruları soruyor :

1. Hangi Metrotransit istasyonundan hem şehir içi otobüslere hem de şehir içi trenlere binilebilir?

2. Hayvanat Bahçesi İstasyonu’ndan Taşköprü İstasyonu’na gitmek için hangi istasyonda hat değiştirmeniz gerekir?

3. Batı Sınırı, Hayvanat Bahçesi, Hürriyet gibi bazı istasyonların etrafı gri gölgelendirme ile gösterilmiştir. Bu gölgelendirme bu istasyonlarla ilgili hangi bilgiyi sağlamaktadır?

Öğrencilerden bu açık uçlu veya çoktan seçmeli soruları cevapladıktan sonra Mimar Sinan İstasyonu’ndan Orman İstasyonu’na giden en kısa rotayı çizmeleri isteniyor.

Ezbere dayalı ve sınav odaklı çalışan öğrenciler alışkın değil

Görüldüğü gibi PISA sınavında öğrencilerin yalnızca okuduklarını özetleyip aktarmaları beklenmiyor, aynı zamanda muhakame yeteneği ve yeterliliklerini de ölçen sorular soruluyor. Öğrenciler verdikleri cevaplarına göre tam, kısmi, veya sıfır puan alabiliyorlar. “Metni doğru anlamayan” veya “akla uygun olmayan ya da ilgisiz bir yanıt veren” öğrenciler sıfır puan alıyor.

Bu tarz sorulara, ezbere dayalı bir eğitim sistemi içerisinde büyüyen ve çok erken yaştan itibaren sınavlara hazırlanmaya başlayan öğrencilerimizin alışık olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öğrencilerimize 21’inci yüzyılda yaşama becerilerini kazandırmak için ezberci ve sınavcı eğitim anlayışımızı kırmamız, mantık ve hayal güçlerini sonuna kadar kullanabilecekleri bir eğitim sistemi yaratmamız gerekiyor. Aksi takdirde, geleceğe yön veren yaratıcı liderler yerine yalnızca var olanı tüketen takipçiler olmanın ilerisine geçmemiz mümkün gözükmüyor.

]]>