Özel Okullara Akreditasyon: Ama Nasıl?

Al Jazeera, Batuhan Aydagül  Bugün tartıştığımız yönetmelik taslağı ‘dezavantajlı durumdaki öğrencilerin’ nitelikli eğitime erişimini kolaylaştırmaktan çok kapatılan dershanelerin özel okula dönüşümünü kolaylaştırmayı amaçlıyor. 

MEB özel okula devam edecek 250 bin öğrenciye destek verecek. [FOTOĞRAF: AA-ARŞİV]
Geçen haftalarda eğitim gündemine, “Özel okullara akreditasyon sistemi geliyor” haberi düştü. Habere göre, “Özel okula dönüşen ve mevcut bütün özel okullara, standart alanları üzerinden akreditasyon sistemi getirilecek ve devlet teşvikleri de bu akreditasyon sistemiyle ilişkilendirilerek verilecek.” Özel okulların akreditasyonu; fiziksel kapasite, yönetim ve organizasyon, eğitim-öğretim süreçleri ve destek hizmetleri alanlarında A-B-C-D isimleriyle akredite edilecek. Akreditasyonu, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (MEB) da üyelerin olduğu bir kurulun yapması planlanırken, bu süreci yönetmek üzere MEB bünyesinde Dönüşüm, Akreditasyon ve Teşvikler Daire Başkanlığı kurulmuş. Haberin içeriği, dershanelerin dönüşümünü de içeren kanunun yürürlüğe girmesi üzerine MEB’in hazırladığı yeni Özel Öğretim Kurumları Yönetmelik Taslağı ile ilgili. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın konuyla ilgili açıklamalarının da gösterdiği gibi, MEB bu taslak içerisinde, özel okullara verilmesi öngörülen teşviklerin nasıl verileceğine ilişkin bir yasal çerçeveye de yer vermeyi amaçlıyor. Burada uygulama sürecinin doğal bir parçası ve taslağın ilgili taraflarla etraflıca tartışılarak geliştirilmesi önem taşıyor. Ancak, eğitimde akreditasyon gibi özgün ve önemli bir konuyu MEB’in özel okullara teşvik politikası kapsamı gibi dar bir kapsamda ele almak ve tartışmaya açmak büyük haksızlık. Kamu tarafından özel eğitim kurumlarına “teşvik” verilmesi Dershanelerin dönüşümünün eğitimde kalite ve eşitliği nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor. Kamu tarafından özel eğitim kurumlarına verilmesi öngörülen teşviklerin bu etkiye mutlaka katkısı olacaktır. Katkının olumlu mu olumsuz mu olacağını belirleyecek etmenler arasında, teşvik politikasının tasarımı ve uygulanma yöntemi yer alacak. Bu açıdan, haberlerle sınırlı bilgiler temelinde, MEB’in öne sürdüğü çerçevenin bireylerin gelişimi ve mevcut eşitsizliklerin azalmasına katkı yapacağını öne sürmek zor; hatta bu girişimin mevcut eşitsizlikleri artırma riski var. Bu riskin arkasındaki önemli bir neden, gerek yasanın hazırlanmasında gerekse uygulama sürecinde öğrenci-odaklı değil kurum-odaklı bir yaklaşımın hakim olması. 6528 Sayılı Kanun’un öncelikli amacı, eğitimde kalite ve eşitlikten çok, dershaneleri kapatmak ve özel okullara dönüştürmekti. Bugün tartıştığımız yönetmelik taslağı da benzer bir yaklaşımla ‘dezavantajlı durumdaki öğrencilerin’ nitelikli eğitime erişimini kolaylaştırmaktan çok kapatılan dershanelerin özel okula dönüşümünü kolaylaştırmayı amaçlıyor. MEB, kamu kaynaklarını özel eğitim kurumlarına ‘geleneksel bir teşvik’ anlayışıyla değil, öncelikle en çok gereksinimi olan öğrencileri hedefleyerek ve onların ihtiyaçlarına yanıt verebilecek düzenlemelerin olduğu bir yasal çerçeve kurgulayarak aktarmalı. Kamu, ‘eşitlik’ önceliğiyle hareket etmeli Kamunun özel okullara kaynak aktarırken eşitlik önceliğiyle hareket etmesinin önemine ilişkin uluslararası deneyim çok öğretici. OECD, devletin tüm öğrenciler yerine yalnızca dezavantajlı durumdaki öğrencilere destek olmasının, özel okullarla devlet okulları arasındaki ayrışmayı yarıya inecek ölçüde azaltabildiğini vurguluyor. Ailesinin gelir durumu gözetilmeden tüm öğrenciler aynı kapsam altına alındığında ayrışma artıyor. Avustralya örneği, özel liseler aldıkları kamu desteğini okullarındaki kalitenin artırılması için kullandıkları ve okul ücretlerini azaltmadıkları için düşük sosyo-ekonomik düzeye sahip çocukların özel okullara erişiminde olumlu bir etki olmadığına, özel okullar ve devlet okulları arasındaki ayrıştırmanın arttığına işaret ediyor. Yeni Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliği Taslağı’nda önerilen modelin özel okullarda kaliteyi artırması mümkün. Ancak bunun hem var olan eşitsizlikleri güçlendirme hem de özel okul sektöründeki rekabeti perçinleme pahasına gerçekleşme riski bulunuyor. Bu durumda teşvik uygulamasının olası maliyeti, faydalarının gerisinde kalabilir. Günümüzde özel okulların, kendilerine başvuran tüm öğrencileri sahip olduğu farklılıklarıyla kucaklayan ve her birinin potansiyellerini gerçekleştirmesine katkı yapmayı amaçlayan kapsayıcı bir eğitim anlayışını ne kadar benimsediği tartışmalıdır. Başlangıçta farklılıkları en aza indirgemeyi, süreç içerisinde ‘kazanabilecek öğrencileri’ belirlemeyi ve bu öğrencilere odaklanmayı, sonunda ‘kazanan öğrencilerin’ reklamını yaparak kalitelerini yeni velilere ispatlamayı hedefleyen ve bunu, rekabet ortamının zorunluluğu söylemiyle meşrulaştıran bazı özel okulların eğitim anlayışı endişe verici. Dolayısıyla MEB, özel okulların kamu fonlarına ulaşabilmek için birbiriyle gireceği rekabetin öğrenciler ve öğretmenler için oluşturabileceği riskleri gerçekçi olarak görmeli ve sosyo-ekonomik olarak dezavantajlı öğrencileri önceliklendiren bir teşvik politikası tasarlamalı. Okullarda bir kalite güvence sistemi olarak bağımsız akreditasyon Okulların akreditasyonu, ağırlıklı olarak öz değerlendirmeye dayanan bir kalite güvence sistemidir. Akreditasyona referans oluşturan ölçütlerin bir bölümü, tüm okullar için uyulması zorunlu ölçütlerken (örneğin her okulda olması gereken yangın çıkışları ve merdivenleri), ağırlık, okulun bir bütün olarak ve katılımcı süreçlerde belirlediği ölçütlerdir. Bu bağlamda kritik etmenlerden biri, okulun taahhüt ettiğini gerçekleştirmesi ve bunu mümkün olduğu kadar ölçebilmesidir. Öğrencilerini üniversite giriş sınavına hazırlayacağını ya da sanat yönüyle geliştireceğini öneren iki farklı okul, bu hedefleri katılımcı olarak belirlediyse, herkese görünür kıldıysa, hedeflerini öğrenme-öğretme pedagojilerine yansıtıyorsa, kaynaklarını bu yönde kullanıyorsa ve gelişmeyi sürekli ölçüyorsa akredite olabilir. Akreditasyon, okulun tüm paydaşlarına karşı saydam olmasını, mevcut ve aday velilerin tam, doğru bilgi almasını kolaylaştırır. Dünyada tanınan ve saygı duyulan akreditasyon kurumları, kamu kurumu değildir ve bağımsızdır. Devlet zaten eğitim kurumlarının açılışında söz sahibidir, verilen hizmeti belirlediği çerçevede denetleme sorumluluğunu taşır. Yalnızca bu temel ilkelere dayanarak MEB’in yönetmelik taslağında önerdiği modelin evrensel bir akreditasyon sistemi olmadığı öne sürülebilir. Hatta okulları sınıflandırma ve sıralandırmayı amaçlayan ve bunu yaparken örneğin havuzu olan okula fazla puan verecek bir eğitim yaklaşımı akreditasyonun ruhuna terstir. Tıpkı son yıllarda eğitimdeki birçok yeni politikanın, çocuğun iyi olma hali ve yararını önceliklendiren ve koruma altına alan, kaliteyi artırmak için öğretmeni ve öğretmen politikalarını iyileştiren ve her okulun kendisine ait özgün bir kimlikle güçlü ve bağımsız bir kurum olabilmesine saygı duyan ve bunu destekleyen bir eğitim anlayışından uzak olması gibi. MEB özel eğitim kurumlarına kamu kaynağı aktarmak için eşitlikçi, verilerle desteklenen ve dünyadaki mevcut deneyimden yararlanan bir yasal çerçeve geliştirmeli. Kamuoyunda tartışılmaya başlanan taslak yönetmelik, özünde bununla alakalıdır. Öte yandan, Türkiye’de özel okullar için kamu dışı, güvenilir ve bağımsız bir ulusal akreditasyon sisteminin kurulması eğitimin gelişimine katkı sağlayabilir. Zaman içinde akreditasyon sistemine devlet okulları dahil olabilir ve ulusal akreditasyon sisteminin uluslararası bir sistemle ilişkilendirilmesi düşünülebilir. Her ne kadar bu konu şu an itibarıyla MEB için öncelikli gözükmese de, kamuoyunda özel okulların akreditasyonunu tartışmak için ortaya çıkan fırsatı değerlendirmek önemlidir. İşe önce, dönüşüm ve teşvik çalışmalarıyla akreditasyonu ilişkilendirmekten vazgeçerek başlanabilir.
Batuhan Aydagül, Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Direktörü. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Stanford Üniversitesi’nden Uluslararası Karşılaştırmalı Eğitim üzerine yüksek lisans derecesi aldı. Gelişmekte olan ve çatışma sonrası sürecindeki ülkelerde eğitim politikaları ve yönetişimi alanında uzmanlaştı. Education Policy Reform Trends in G20 Members (2013) başlıklı çalışma kapsamında, Türkiye’deki eğitim politikaları hakkında bir makalesi yayımlandı.
]]>