Merak Edenler | Merak Ettiğini Biçersin

Merakın insanın içinde bulunduğu kültürün değerlerinden de etkilendiğini söyleyen Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Sevilay Yıldız, hayatımızda etkili olan kültür ögelerinden atasözlerinin merakla ilişkisini inceledi. Yıldız ile çalışmasının sonuçlarını, merak ve öğrenme ilişkisini, merakı yeşertmek için okulun, öğretmenin ve ebeveynlerin rolünü konuştuk.

 

Umay Aktaş Salman

ERG Araştırmacısı

“Merak dostlardan uzak”, “Fazla merak adamı mezara sokar”, “Bin merak bir borcu ödemez”… Örnekleri çoğaltmak mümkün çünkü Türkçede merakla ilgili söylenmiş tek bir olumlu atasözü yok. Dilimizde yoksa hayatımızda da yok. Oysa merak, öğrenmenin, keşfetmenin anahtarı, sorgulamanın, eleştirel düşünmenin olmazsa olmazı; merak her şeyin başlangıcı…

Bunun için, bu yıl 16. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın teması “Merak Edenler.” Bizim için öğrenmek merak etmekle başlıyor. Bu temayla merak etmenin öğrenme ile olan ilişkisini ve eğitimdeki önemini vurgulamak istiyoruz. Ayrıca merakı teşvik etmek ve merak etmenin önemine dair farkındalığı artırmak için herkesi www.merakedenler.org üzerinden kendi atasözünü yazmaya çağırıyoruz.

Merakla ilgili yapılan az sayıdaki çalışmadan biri Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Sevilay Yıldız’a ait. Merakın insanın içinde bulunduğu kültürün değerlerinden de etkilendiğini söyleyen Yıldız, hayatımızda etkili olan kültür ögelerinden atasözlerinin merakla ilişkisini inceledi. “Türk Atasözlerinde Merak Kavramı” isimli çalışmasında içinde merak geçen ve merakla  ilişkilendirilebilecek anahtar kelimeler üzerinden 108 atasözünü inceledi. Sonuç: İncelenen atasözlerinden sadece yüzde 1,85’i meraka olumlu vurgu yaparken, yüzde 98,15’i olumsuz vurgu yapıyor. Yıldız ile çalışmasının sonuçlarını, merak ve öğrenme ilişkisini, merakı yeşertmek için okulun, öğretmenin ve ebeveynlerin rolünü konuştuk.

 

Öncelikle siz merakı ve bireyin yaşamına kattıklarını nasıl tarif ediyorsunuz, tanımlıyorsunuz?  

Merak, yaşamımıza anlam katan, bireyi bilmeye karşı motive ederek öğrenmeyi kolaylaştıran, bilişsel süreçlerde haz mekanizmalarımızı uyaran, yaratıcığın lokomotifi olan ve nihayetinde uygarlıkları geliştiren fonksiyonel bir mekanizma. Ya da insanı insanlaştıran yaşam enerjisi. Merak, bireyi bilgi arayışına iter. Merak doğrultusunda gerçekleştirilen bilinçli öğrenme çabaları bireyin bir iç disiplin geliştirmesini sağlar. Yapılan birçok araştırmada merak ile öğrenmeye açıklık, bilgiye ulaşma ve bilgi okuryazarlığı, kendini yönlendirme ve denetleme özellikleri arasında yüksek ilişkiler bulunmuştur. Dolayısıyla merak insanda araştırma, problem çözme, yaratıcılık, sebat etme, çabalama, soru sorma ve eleştirme becerilerinin geliştirilmesinde bir öncül olarak düşünülebilir. Meraklı bireyin yaşamın anlamını sorgularken yaptığı derin gözlem ve araştırma süreçlerinde farklılıklara ve belirsizliklere karşı toleransı da yükselir.

 

“Öğretmenimden ‘Fazla merak adamı mezara sokar’ cevabını aldım”

 

Atasözlerinde merakla ilgili çalışma yapmaya nasıl karar verdiniz? Dikkatinizi çeken neydi?

Uzun zamandır insanlardaki (meslektaşlarım, öğretmenlerim, velilerim, öğrencilerim) meraksızlık ya da merakın “lanetli” bir şey olduğuna dair inanç, bu konuda çevremden akan örtük ya da açık mesajlar beni çok rahatsız ediyordu. Öğrenim hayatımda mükemmel öğretmenlerim olsa da bazen merakımı gidermeye dair sorduğum sorular hocalarımca azarlanmama neden olmuştu. Örneğin, kimya dersinde iyonik bağ anlatılırken öğretmenime, “Kovalent bağdan farkı nedir bu bağın?” diye soru yöneltmiştim. Merak etmiştim. Gelen cevap, “Bilmediğin yola girme kızım, fazla merak adamı mezara sokar. Hem şimdi durup dururken arkadaşlarının aklını neden karıştırıyorsun ki?” olmuştu. 16 yıllık ilkokul öğretmenliğim boyunca sıkça velilerden duyduğum bir cümle vardı: “Hoca Hanım sen bu çocuğa ne yaptın her şeyi merak ediyor. Burnunu her deliğe sokuyor.” Kampüste iki öğrenci arasında da şu konuşmaya kulak misafiri olmuştum: “Derste öküz altında buzağı arayıp duruyorsun. Bak ben sana söyleyeyim bir gün başına iş açacaksın. En iyi ihtimalle hoca sana takacak. Boş ver. Dersi dinle geç. Seni sokmayan yılan bin yaşasın.”  Katılmış olduğum uluslararası kongre ve sempozyumlarda birçok ülkenin eğitim sistemini, öğretmen ve öğrenci davranışlarını inceleme fırsatı buldum. Biz çocuklara cevabı bilinen sorular sorarken bazı ülkelerde neden tam tersiydi? Ve sonuçta biraz önce paylaştığım vakaların sonlarının genellikle atasözlerimizle de bitmesi beni bu konuyu irdelemeye itti. Yani, merak ettim.

 

Peki merak neden çoğunlukla olumsuz algılanıyor ?

Esasında merak konusu sadece bizde değil Avrupa toplumlarında da uzunca zaman korkulan, kaçınılması gereken bir kavram olarak algılanmıştır. Zira Hz. Adem ile Hz. Havva’yı da düşündüğümüzde gerek Kuranı Kerim’in Bakara Süresi’nde, gerekse İncil’de ve diğer kutsal kitaplarda anlatıldığı üzere yasaklı meyve olan elmayı merak edip yemişler ve cennetten kovulmuşlardır. Ayrıca sayıların babası olan Pisagor; fizik, matematik ve astronomide çığır açan Galileo; modern kimyanın kurucusu Fransız doğa bilimcisi Antoine-Laurent de Lavoisier; matematik ve astronominin duayenlerinden Copernicus, Nevton, Tesla gibi bilim adamları merak ve icatlarının bedelini ya baskı ve işkenceye maruz kalarak canlarıyla ya da hayat boyu sefalete mahkum kalarak ödemişlerdir. Bu vakalar da kanımca toplumlarında meraklılık ile ceza ve elemi ilişkilendirmelerine neden olmuş olabilir.

Yaşanan bu olaylar analiz edildiğinde merakın normal ve alışılmışın dışında bir yönü vardır. Toplumla, hatta bazen otorite ile karşı karşıya getirebilir insanı. Bazen düzene de karşı gelebilir merak.

Avrupa, Ortaçağ dönemi kayıplarından sonra bilime yüzünü çevirmiş, Rönesans ile birlikte yeni dünyanın meraklı bireylerle kurulacağını keşfetmiştir. Merakın bir kusur olarak görüldüğü dönemlerde bilimsel çöküş, bir erdem olarak görüldüğü dönemlerde ise bilimsel devrimlerin yaşandığını görürüz. Dolayısıyla atalarımız, yaşadıkları dönemlere ait deneyimlerinden oluşturduğu özlü sözleri, yüzyıllarca yeni yetişen nesillere nasihat ederek ders vermişlerdir. Merakın kaçınılması gereken bir durum olduğuna dair algı toplumsal boyutta kollektif bir kültür oluşturmuş olabilir. Bu yetiştirme süreci kimi zaman formal eğitim yolu olan kasıtlı kültürleme, kimi zaman da informal eğitim süreçleri ile gerçekleşmiştir. Meraka ilişkin olumsuz deneyimler atasözlerinde öğretici olarak yerini almış ve yetişmekte olan nesilleri de etkileyerek toplumsal bir kimliğe bürünmüş olabilir. Ayrıca ilgili yurtiçi literatür incelendiğinde,  merak ile ilgili çalışmaların sayıca çok az oluşu oldukça dikkat çekici.

 

Makalenizde “Okullar can sıkıntısının  önüne geçebilmek için gençlerin merak duygusunu geliştirici ve doyurucu hizmetler sunabilmeli” diyorsunuz…

Düz anlatım, power point sunumlarıyla geçiştirilen dersler, cevabı bilinen tek düze sorular…  Sonuç: can sıkıntısı. Nitekim Tilburg ve Igou (2012), aşamalı araştırmalarında öğrencilerin en fazla eğitim ortamlarında can sıkıntısı yaşadıklarını tespit etmişlerdir. Can sıkıntısı da ilgisizliği beraberinde getiriyor. İlgisizlik meraksızlığı, meraksızlık da motivasyonsuzluğu ve sonuçta dikkat dağınıklığı ile birlikte bilişsel yolakların kapanmasını doğuruyor. Dolayısıyla, dersin etkili olmasını ve verimliliğini düşürüyor. PISA 2015’e göre (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) Türkiye’de “okulu astığını” beyan eden öğrenci oranı % 17,2 iken OECD ülkelerinin ortalaması ise % 5. “Dersi kırdığını” söyleyen öğrenci oranı Türkiye’de % 15 iken, OECD ülkelerinin ortalaması ise % 6,6.Yoğun bireysel farklılıkların olduğu sınıflarımızda ilgi ve merakı harekete geçirerek can sıkıntısının önüne geçebilecek zenginleştirilmiş öğrenme yöntem ve teknikleri kullanmak gerekli. Einstein’ın da dediği gibi “Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp yeni şeyler beklemek deliliktir.”

 

“Öğrenciler bilgilerin arasında bağlantı ve anlam kurmuyor”

Bir öğretmenlik uygulaması dersinde ilk Türk Devletleri işlenirken, “Neden birçok Türk devletinin başkenti Ötüken” diye sordum. Cevap çok ilginçti: “Ötükten olduğu için.” Başka bir ders gözlemimde öğrencilerin gezegenleri ve her gezegenin uydularını hiç şaşırmadan sırayla söylediklerini gördüm. Sonra şu soruyu sordum: “Uydu nedir?” Cevap yok. Acaba bu kadar bilgiyi aklında tutabilen öğrenciler nasıl oluyor da yine bilgi ve kavrama düzeyindeki sorularıma cevap veremiyorlardı? Cevabı sanırım çok da zor değil. Sorgulamadan, ilişki kurmadan, bağlamdan kopuk, epistemik kabul. Bu kadar gezegen ve uydusunu ezberleyen öğrenci uydunun ne olduğunu merak edip öğretmenine sorup ya da araştırma yapıp öğrenemez miydi? Öğrencilerimizde birtakım bilgiler zihinlerine yerleşmiş ama aralarında bağlantı anlam kurmadan. Zira, PISA 2015 sınavının sonuçları da şaşırtmadı bizi. OECD ülkeleri arasında matematikte 49, fen bilimlerinde 52 ve okumada 50’nci sırada yer aldık. Okuduğumuzu anlamıyoruz, fen okuryazarlığı ile matematikte de kötüyüz.

 

“Okullar bilginin aktarıldığı değil, arandığı yerler olmalı”

 

Peki eğitim sisteminde merakı yeşertmek nasıl mümkün olabilir?

Aslında sanırım en önemli şey hiç dokunmamak, yani bozmamak. İnsan bir merak makinesi olarak dünyaya gelir ve her şeyi merak eder. Merak ettikçe öğrenir ve bilişsel depolarını doldurarak yaşama tutunur. Örneğin, bebeğin ulaşamayacağı bir yere ilginç bir nesne koyduğumuzda ve eline uzunca bir araç verdiğimizde çabalar, uğraşır o nesneye bir şekilde ulaşır. Bir müddet o nesneyi inceledikten sonra elindeki nesneyi atar ve başka başka nesneleri kendine çekmeye, incelemeye başlar. Bu döngüsel olarak devam eder. Çocukluk döneminde de timsahlar, dinazorlar, canavarları ihtiyaç duyduğu için değil de gerçekten merak ettiği için öğrenmek, incelemek ister. Bilinmeyenler, belirsizlikler cazip gelir. Okul çağına geldiğinde de kasıtlı kültürleme süreci devreye girer. Okullar artık rutine dönmüş bilgilerin ritüelleşmiş halde tekrarından kaçınmalı, bilgilerin aktarıldığı yerlerden ziyade bilginin aranıldığı yerler haline gelmeli bence.

 

“Hayat okulun içine sığdırılmalı”

Eğitim programlarına felsefe dersleri konmalı. Merak duygusu için okulun şartları her zaman yeterli olmayabilir. Bu bağlamda doğa gezileri, tarımsal faaliyetler, müzeler, hayal aktiviteleri, çeşitli sosyal ortamlardan yararlanılmalı. Eğitim programlarının içeriği tasarlanırken metinlerde açık ya da örtük olarak merakı besleyici mesajlar ve yeni oluşturulmuş atasözleri ve ilginç bulmacalar içeriğe yerleştirilmeli. Hatta meraka ilişkin kamu spotları hazırlanmalıdır. Fırsat buldukça öğrenciler duvarlarının dışına çıkarılmalı ya da hayat okulun içine sığdırılmalı.

 

Bu noktada öğretmenin rolü çok önemli değil mi?

Öğretmen niteliği, öğrenci sayısı, müfredat, fiziki donanım gibi pek çok etken var. Ancak kişisel gözlem ve mesleki tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, en önemli faktör öğretmen.

 

“Müfredat ancak onu uygulayan öğretmen kadar iyi olabilir”

Öğretim programlarımızı incelediğimizde çok nitelikli olduğunu görürüz. Fakat, bir program ancak onu uygulayan öğretmen kadar iyi olabilir. Önce öğretmen merak etmeli ki öğrenci de bunun peşine düşsün, meraklı olsun. Otokratik, eleştirilme kaygısı taşıyan, yaşam boyu öğrenmenin gerekliliklerini yerine getiremeyen, alanındaki gelişmeleri takip edemeyen, okumayan, sınıf yönetimi becerilerinde yetkin olmayan öğretmen meraka dayalı öğrenme etkinliklerini tasarlamada da sıkıntı yaşayacaktır. Her insanın uygun ortam ve şartlarda meraklı olduğu kanaatindeyim. Sayıca az olsa da ulaşılan bilimsel yayınlarda öğretmenlerin merak düzeylerinin orta ve yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ancak öğretmenler ile yapmış olduğum kişisel sohbetlerde, içeriği çok yoğun olan programı yetiştirme ve öğrencileri sınavlara hazırlama kaygılarının meraka ilişkin öğretim tasarımlarını arka plana attıkları gerçeğini ortaya çıkıyor.

Peki neler yapabilir, nasıl yöntemler uygulayabilir öğretmenler ?

Merakın yeşertilmesi için, eğitim ortamlarında öğrenciler soru sormaya cesaretlendirilmeli. Aykırı sorular soran öğrencilerin bu davranışları pekiştirilmeli.

Derste öğrencilerin hiç beklemedikleri bir anda onların ilgisini çekecek uyaranlarla (emir verici, duygusal, somut, aykırı uyaranlar vb.) karşı  karşıya gelmeleri sağlanabilir. Sınıf ortamında birden tüm perdeler ve ışıklar kapatılarak karanlık bir ortamda ders anlatılabilir. Normal bir ses tonuyla ders anlatılırken birden, çok yüksek ya da çok alçak ses tonuna geçilebilir. Dikkatin toplandığı anda da sorularla çelişki, çatışma durumları yaratabilecek üst düzeyde düşünme, eleştirme, sorgulama becerilerini geliştirmeye olanak verecek eğitim sunumları tasarlanabilir. Mesela, birçok Türk devletinin başkenti neresidir mi, Türk devletlerinin başkenti olarak neden Ötüken mi? Tukan kuşları nerede yaşar mı, Tukanların gagaları neden çok uzundur mu?

 

“Öğrencinin pasif olduğu anlayıştan vazgeçilmeli”

Öğretmenin merkezde olduğu, tek yönlü bilgi akışının olduğu, öğrencinin pasif konuma geçtiği eğitimsel uygulamalardan vazgeçilmeli. Öğretmen bilgi parçalarını verdikten sonra öğrenciye “Bunda seni ilgilendiren ne olabilir?” sorusunu sormalı. Öğrenci de aslında her yeni konuda “Bunda beni ilgilendiren ne var?” sorusunu sıkça kendisine sorabilmeli. Eğer öğrenci o günkü konuya doğal olarak kendiliğinden ilgi duyuyorsa sorun yok. Ama ilgi duymuyor ya da öğretmen tarafından ilgisi, ilginç yeni hayret verici taktiklerle konuya çekilmiyorsa beynimizde konuya karşı farkındalık bilinci kazandıran sistem devreye girmeyecektir. Tabi ki, o ders de öğrenci için oldukça sıkıcı geçecek ya da bir türlü bitmek bilmeyecektir.

 

“Öğretmen araştırmaya yönlendirmeli”

Öğretmen, öğrencilerin meraklarını canlandırarak onları araştırmaya yönlendirmeli. Öğretmen, öğrencilerin gerçek yaşamla bağlantı kurmalarına rehberlik edebilmeli. Yeni öğrenme yaşantıları ile sık sık karşılaşamayan beyinlerde hücre ve hücreler arası bağlantılar yavaş yavaş budanmaya başlar. Çünkü yapı gereği beyin, farklılıkları arzular. Ayrıca korku dolu, öğrencide kaygı oluşturan öğrenme ortamları, öğrenendeki merakı öldürür. Öğrenme-öğretme süreçlerinde etkili, anlamlı ve kalıcı bir öğrenmenin ön koşullarından biri istemli dikkattir. Dikkati istemli olarak öğrencinin bir konuya yöneltebilmesi için de o gün öğrenilecek konuyu merak ediyor, ilgi duyuyor olması gerekir. İşte bu noktada öğretme sanatı başlar. Çünkü merak ve ilgi uyandırılamadıysa, dikkat de olmayacaktır.

 

“Dersler öğrencilerin ilgileri üzerine kurulmalı”

Dersler öğrencilerin ilgileri üzerine kurgulanmalı. Eğitim sistemimiz çocuklarda merak ve ilgi uyandıracak bir şekilde yeniden yapılanma sürecine hızlıca girmeli. Yani, öğretim programları tasarlanırken, bir an önce “Yaşantı Merkezli Meraksal Tasarım Modelleri”ne geçilmeli.

 

Merak okul duvarlarını da aşan bir duygu, dürtü. Okul dışında merak duygusu nasıl yeşerebilir?  Ebeveynlerin nasıl bir rolü var ?

Farklı ortamlar, kaynaklar doğal olarak merak uyandırır. Aşırı koruyucu kollayıcı “helikopter” ya da “kar kazıyıcı” ebeveynler, çocuklardaki merak duygusunu kendi elleriyle baltalarlar. Her şey altın tepside kendisine sunulan bir çocuk, hiçbir şeye merak ve ilgi geliştiremeyecektir. Erken çocukluk döneminde çocuğun anne babası, öğretmenleri ve çevresindeki diğer tüm yetişkinler çocuğun sosyal ve entelektüel beceriler kazanmasına çaba sarf etmeli. İlk 4 ayda, bebekte dokunabildikleri şeylere karşı merak ve ilgi belirirken (çıngırak sesini tekrar etmeyi isteme vb.) , emeklemeye ve yürümeye başlayan çocuk tam bir kaşif konumuna geçer. Dillenme döneminde “O ne? Neden? Niçin?” gibi sorular başlar. Özellikle çocuğun 3-6 yaşları arasında merak duygusunun çok daha arttığı bilinir.

Bu noktada nasıl davranmalı ebeveynler, neler yapabilirler?

Ebeveynler çocuğun yapmak istediklerini yapmasına izin vermeli, uygun ortamı hazırlayabilmeli. Çocukların, merak ve ilgiye dayalı eylemlerini kesinlikle cezalandırmamalı. Meraka ilişkin davranışlarını pekiştirmeli. Aksi takdirde cezalandırılan, davranışları kısıtlanan çocukların girişimcilik özellikleri sekteye uğrayacağı gibi, çocuklar kendilerini suçlu da hissedecekdir.

 

“Çocukların sorularına cevap verin, bilmiyorsanız birlikte araştırın.”

Yetişkinler sebat edip sinirlenmeden çocukların sorularına cevap verebilmeli. Eğer ebeveyn ya da öğretmen sorunun cevabını bilmiyorsa, çocukla beraber cevabı kimi zaman kitaplardan kimi zaman uzmanlardan öğrenebilmelidir. Ayrıca, çocukla birlikte yetişkinler de etkinlik yaparak çocuklarının ilgisini tespit edip, tespit ettikleri ilgi alanları doğrultusunda yeni etkinlikler tasarlayabilirler. Her şeyden öne anne baba meraklı olmalı. Bu merakı giderirken yaptığı araştırmaları çocuğun gözlemlemesine olanak sağlamalı. Çocuğa alınan bir hediyeyi evin herhangi bir yerine saklayıp basit bir krokiyi eline verip bulması istenebilir. Masal okunurken hiç beklenmedik bir yerde kesip, bundan sonra neler olabileceği sorulabilir. Masalın görsellerine bakarak, masalın neden bahsettiği hakkında çocuğun tahminleri alınabilir. Elbette, sadece onların soru sormasını beklememek gerekir.

“Çocuk tatmin edici cevaplar alırsa sormaktan korkmaz”

Anne baba da çocuklara bol bol soru yöneltmeli. İlkokul döneminde ise gerek ebeveynler gerekse öğretmenler yoğun, bir şekilde çocukta beliren başarılı olma ihtiyacını giderici çalışmalar yapabilmeli. Kesinlikle başka çocuklarla kıyaslama yapılmamalı, aşırı başarı beklentisine girilmemeli, çocuğa yapabileceği görevler verilmeli. Aksi takdirde, başarılı olma duygusu tehlikeye düşer ve bu da çocuklardaki merak ve keşfetme özelliklerini sıkıntıya sokabilir. Yani, çocukların bazı şeyleri deneme yanılma yoluyla özgürce keşfetmelerine rehberlik ederek merak duygusunun tohumları atılabilir. Merak merakı, ilgi ilgiyi, soru-cevap soruyu doğurur. Eğer aile, öğretmen, çocuğu değerli bir yetişkin gibi karşısına alıp, sorularına tatmin edici cevaplar verebilirse, çocuk gelecekte de merak edip soru sormaktan korkmayacaktır.

Öğrenmeden haz alır hale gelen öğrenen, zaten kendi öğrenmesinin de sorumluluğunu alabilecektir. Kısacası bilgileri emen bir sünger olmak yerine, bilgiyle tatminkar mutlu bir insan olmayı yeğleriz.

 

Son olarak sizden de merakla ilgili  gelecek nesillere bırakmak istediğiniz bir atasözü alabilir miyiz?

Korku merakı öldürür, ilgi merakı yeşertir. Merak edersen öğrenir, merak ettirirsen öğretirsin. Üzümü yiyen, bağını sorar. Merak ettiğini biçersin….

İlginizi Çekebilecek İçerikler

19. İÖK Buluşmaları’na Davetlisiniz 🍀

19. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’na (İÖK) başvurular başladı. Başvuruya dair tüm detayları konuşmak, sorularınızı yanıtlamak ve süreçte size destek olmak için bir ay boyunca her çarşamba Zoom üzerinden yapılacak çevrimiçi buluşmalarda bir araya geliyoruz.

Eğitimde İyi Örnekler’den Haberlerimiz Var!

Geçtiğimiz haziran ayında, iyi örnekleri, Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın ötesine ve farklı platformlara taşıyacağımız, tüm yıla yayılan yeni bir yol haritası planladığımızı duyurmuş, 19. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’na kadar birçok planımız olduğundan bahsetmiştik. Yeni eğitim-öğretim yılıyla birlikte Eğitimde İyi Örnekler’in yeni yolculuğu da başlıyor.