Kutuplaşma Eğitimi de Etkiliyor

Al Jazeera, Umay Aktaş Salman 2015-2016 eğitim yılı cuma günü sona eriyor. Eğitime erişimde büyük mesafe alınmasına ve eğitim yatırımlarının artmasına rağmen, Türkiye’de eğitimin nitelik sorunu bu yıl da değişmeyen bir sorun oldu. Eğitimci Batuhan Aydagül’e göre, niteliği düşüren en önemli sebep katılımcı ve veri temelli bir eğitim politikasının olmaması. Kutuplaşmış ortamın eğitimi yapıcı bir şekilde tartışmayı etkilediğini savunan Aydagül’le kaliteli eğitimin önündeki engelleri ve eğitim politikalarını konuştuk. Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Batuhan Aydagül’e göre eğitim politikaları kültürel ve sosoyal dönüşüm yaratmak amacına hizmet ediyor. Eğitim yılı cuma günü sona eriyor. 2002’den bu yana Türkiye eğitime erişimde büyük mesafe kat etti, eğitim yatırımları da arttı. Son 13 yılda altı Milli Eğitim Bakanı değişti. Eğitim sisteminde onlarca kez değişiklik yapıldı. Müfredattan liselerin dört yıla çıkartılmasına, düz liselerin kapatılmasına, lise ve üniversiteye giriş sistemlerinin değişmesine kadar pek çok uygulama hayata geçti. Ancak eğitimin niteliğinde kayda değer bir artış olmadı. Bölgeler ve okullar arasındaki eşitsizlikler azalsa da hâlâ varlığını sürdürüyor. Yoksul ailelerden gelen çocuklar niteliği daha düşük okullarda yoğunlaşıyor. Sabancı Üniversitesi’ne bağlı olarak eğitim politikaları üreten ve araştırmalar yapan Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) Direktörü Batuhan Aydagül’e göre, eğitimin en önemli sorunu katılımcı ve veri temelli bir eğitim politikasının olmaması. Kalkınmış ve eğitimi Türkiye’den daha iyi olan ülkelerde de sorunların olduğunu anlatan Aydagül “Benim asıl uykularımı kaçıran, ülke olarak zorlukların yeteri kadar farkında değiliz.Yeteri kadar yapıcı bir şekilde tartışamıyoruz eğitimi. Kutuplaşmış ortam bunu muazzam etkiliyor” diyor. Aydagül’e göre bu politika eksikliği eğitimin niteliğinin artmasında en büyük engellerden biri. Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Batuhan Aydagül ile kaliteli eğitimin önündeki engelleri ve eğitim politikalarını konuştuk. Kaynak: MEB “Özel okullara gidenlerin sayısı arttı, sosyal devlette tersinini olması lâzım” Eğitim sisteminde ideolojik olarak nasıl bir dönüşüm yaşanıyor? Eğitim ideolojik bir şey, her ülkede de siyasi görüş ayrılıkları olur. Türkiye’de de bu böyle, zaten hep böyleydi. İki örneği var bunun. Birincisi eğitimde özelleştirme. Parası olan insanlar devlet okullarından kaçmanın biletini satın alıyorlar. ERG’nin 2014- 2015 Eğitim İzleme Raporu’na son bir yılda özel okula gidenlerin sayısı okul öncesinde yüzde 26, ortaöğretimde yüzde 15 arttı. Bu üzüldüğüm bir durum. Çünkü sosyal devlette bunun tersinin olması lâzım. Özelleştirme politikası eğitimde siyasi bir tercihtir. İkincisi eğitimde muhafazakârlaşma eğilimi güçlenerek devam ediyor. Bu da siyasi tercih. Bu bir talep olarak bize gösterilse bile, bu talep bir söylemdir. Talep yoktur demiyorum ama bir mahallenin içindeki okulun imam hatibe dönüştürülüp dönüştürülmemesiyle ilgili isteyen ve istemeyen de oluyor. Uzlaşma sağlanmıyor. Ya direnişe dönüyor ya da oldu bittiye geliyor. Eğitimde muhafazakârlaşma yok demek için insanın başını kuma gömmüş olması lâzım. Eğitimde muhafazakârlaşma olarak gördüğünüz uygulamalar neler? İmam hatip okullarının açılması bu yönde bir şey olarak görülebilir. Ki, bakın şunun altını çizeyim imam hatiplerin olması sorun değil. İsteyenin gitmesi de sorun değil. İmam hatip okullarına yapılan pozitif ayrımcılık yanlış. Kamunun her hangi bir okul türüne olumlu ayrımcılık yapıyor olması adil değil. İmam hatip dahil her okul önemli oysa. Seçmeli derslerin isteğe bağlı olması gerekiyor. Türkiye’de seçmeli ders sistemi iyi çalışmıyor. Bunlardan ziyade değerler eğitimi adı altında şu an ciddi bir muhafazakarlaşma indoktrinasyonu yapılıyor. Ders dışı etkinliklerde, öğrencilerin sosyal olarak desteklenmesindeki tartışmalarda bunu açıkça görüyoruz. Açın bakanlığın faaliyet raporuna, gurur duyduğu çalışmalara bakın altından değerler eğitimi çıkıyor. Muhafazakârlaşmayı okul içi ilişkilerde ve kadrolaşmada da görüyoruz. Hangi sendikaya üye olduğun giderek daha fazla kariyerini belirliyor. Muhafazakârlaşma devam edecek. Sübyan Mektepleri’nin okul öncesi eğitim altında konuşuluyor olması da bunun bir adımı. Bizim üzerinde odaklanmamız gereken, her çocuğun eleştirel düşünceyle aktif yurttaş olarak yetişip yetişmediği. Yalnızca inancı güçlü ve fakat bugünün becerilerinden yoksun öğrenciler ne kendilerini ne de toplumu ileri götürürler. Benim çağrım hem bakanlığa hem de inanç temelli sivil toplum kuruluşlarına. Gelin, bunu beraber konuşalım. Çocukları niye okula yolluyoruz sorusuna cevap arayalım. “İkili eğitim niteliği düşürüyor” Eğitimde kaliteyi düşüren diğer sebepler neler ? Çocukların iyi olma halini de kalitenin içinde düşünmek lâzım. Türkiye’de çocukların iyi olma halini etkileyen sorunlardan biri ikili öğretim (sabahçı-öğlenci). Türkiye’deki ilkokulların yüzde 25’inde ikili öğretim yapılıyor. İkili öğretimdeki öğrenci sayısı ise öğrenci nüfusunun yarısı kadar. Yani bu öğrenciler tam gün öğretim yapan akranlarına göre çok dezavantajlılar. Erken saatlerde okula gidiyor, çok geç çıkıyorlar. Tüm gün eğitim yapan öğrencinin okul sonrasında etkinlik yapabilmek için zamanı ve mekânı oluyor. Okulu daha temiz. İkili öğretimde akran zorbalığı artıyor. İkili öğretim kaliteli beslenme, oyun hakkı, okula aidiyet, öğretmenlerle ilişkiler, akademik başarıyı olumsuz etkiliyor. Yani Türkiye’nin okul yapmaktan vazgeçmek gibi bir lüksü yok. Fırsat eşitsizliği de hâlâ varlığını koruyor. Bu eğitimdeki niteliği nasıl etkiliyor? Doğuda öğretmenin ortalama kalma süresi, öğretmenin deneyimi batıyla aynı değil. Türkiye’de öğretmenlerin ortalama hizmet süresi 11 yıl. Güneydoğu’da bir öğretmenin ortalama hizmet süresi 6 yıl, Batı Marmara’da 13 yıl mesela. Ayrıca okul bazlı bütçe yok. İş müdür ve okul aile birliğinin becerisine kalıyor. Müdür iyi, okul aile birliği zengin mahallede ise okul şanslı. Müdür bu konuyla çok ilgilenmiyor, okul aile birliği yoksul bir mahalledeyse okul ayvayı yedi. Eşitlik meselesinde kamunun yapması gereken dezavantajlı öğrencilerin gittiği okula fazladan destek vermek. Kaynak: MEB, OECD Türkiye’de öğrencilerin sadece yarısı, bir yıl okul öncesi eğimi alarak okula başlıyor. Eşitsizliği azaltmada ve kaliteyi artırmada okul öncesi eğitimin payı nedir? Biz çok büyük hata yaptık. Erken çocukluk eğitimini yaygınlaştırırken kapasitesi olan illerden başladık. Daha hızlı yol almak ve daha kolay olduğu için yaptık bunu. Ama en dezavantajlı çocukları okul öncesi eğitime katmamız gerekiyordu. 4+4+4’ten sonra okul öncesi eğitim darbe yedi, şimdi toparlanıyor. Ama hala okul öncesi eğitimde okullulaşma oranı yüzde 100 değil. Okul öncesi eğitim alamayanlar en çok bu eğitime ihtiyacı olan çocuklar. O çocuklar okul öncesi eğitim alan akranlarına göre iki üç yıl geriden başlayacaklar. Başlayacakları okulların şartları da daha kötü olacak muhtemelen. O çocukların aradaki farkı kapatma şansı da mucizelere bağlı olur büyük ihtimalle. Okul öncesi eğitimi ücretsiz ve zorunlu olmalı. “Lisede kapsayıcı eğitim yok” Peki lisede verilen eğitimde sorunlar neler? Niteliğin artması için ortaöğretim çok önemli. Ortaöğretim eğitimin dar boğazı. Sekiz yıldır bu alanda tek doğru adım atılmadı. Yine 2011’de ortaöğretimi yeniden yapılandırmak için sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerle çalışmaya başladı. Çünkü Türkiye’nin akademik seçici okullarının (fen ve anadolu lisesi) aldığı öğrenci sayısı çok yüksek. Dershanelerin dönüşümü gündeme girdiği için bu ertelendi. Çok az iyi eğitim veren okul var. Bunların eski Anadolu ve fen liseleri ile özel okullar olduğunu biliyoruz. Tüm öğrencileri sınavla yerleştiriyoruz. Dolayısıyla gruplaşmalar artıyor. Yani iyiler beraber bir okulda, kötüler beraber başka okulda toplanıyor. Kapsayıcı eğitimden söz etmek mümkün değil. Lisenin 4 yılının yeniden yapılandırılması gerekiyor, çok daha az öğrenci seçmemiz gerekiyor. Seçtiğimiz az öğrenciye muazzam eğitim vermemiz gerekiyor. Genel ve mesleki liseleri çok daha birbirine yaklaştırmak ve 21. yüzyılın lise çağındaki öğrencilerinin güncel ihtiyaçlarına cevap veren bir program gerekli. Al sana şu kadar kilo matematik, fizik değil. Tabii, bir de iyi öğretmen gerekiyor. Öğretmen demişken öğretmenin niteliği eğitimin niteliğinin artması için de çok önemli. Öğretmenlerin niteliği ile ilgili de çok veri yok. Elimizdeki tek veri KPSS Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi’nde öğretmen adaylarının 50 soru içinde net ortalamasının 15-31 olması yapması. Bu veri neler anlatıyor? Bu sınav sonuçlarıyla ilgili bakmak gereken yer ilk 16 yıl. Bu sınava öğretmen adayları giriyor. Eğitim fakültelerine kim giriyor, kaç puanla giriyor? Bu kadar çok eğitim fakültesi var. Bu konuda kalite güvence sistemi geliştirilemedi. Niyet de yok oluşturulması için. Bu sınava bakarsanız hastanın ateşi var. Sebepleri için doktor titizliğinde bakmak gerekiyor. Kaynak: ÖSYM “Öğretmen baskı altında” Türkiye’deki öğretmenlerin gelişmeye ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Ancak bu gelişmeye ihtiyaç yalnızca matematik öğretmesi için değil eleştirel düşünmeyi öğretebilen öğretmenlere ihtiyaç var. Öğretmene dair bütün yaklaşımların odağında öğretmenin bütün gereksinimlerini karşılıyoruz , öğretmen motive gibi düşünülüyor ve tek eksiği mesleki gelişim sanılıyor. Herkesin kafa yormaya çalıştığı şey de öğretmeni nasıl eğitiriz? Öğretmenin o kadar fazla ihtiyacı ve zorluğu var ki. Öğretmen kendini teknolojik baskı altında hissediyor. Teknoloji, toplum, çocuklar çok hızlı değişiyor. Öğretmen kendini ekonomik, siyasal baskı altında da hissediyor. Toplumda öğretmenlerin dünyayı kurtarması bekleniyor. Kendini çaresiz ve güçsüz hisseden öğretmenden bahsediyoruz. Bunun çözümünün öğretmen eğitimi olduğundan hiç emin değilim. Çözümü ne peki ? Öğretmenlik yapan bireyi odağa koymalıyız. Öğretmenle yan yana yürüyebilmek, aradaki hiyerarşiden çıkıp, öğretmenin gereksinimlerine cevap verebilecek destek sistemlerini kurmamız gerekiyor. Öğretmene sınıfta, okulda otonomi vermek önemli. Kendisiyle ilgili ihtiyaçları alabileceği bir destek vermek lâzım. Destek bazen sınıfındaki çocuğa daha iyi matematik öğretmek olabilir. Bazen sınıfındaki akran zorbalığı ile mücadele olabilir. Bazen de kendisinin gelişimi ile ilgili entellektüel bir tercihi olabilir. Bunu merkezi ve sürdürülebilir yapmak mümkün değil. Bunu yerelde yapabiliriz. Hayata geçmeyen Öğretmen Strateji Belgesi’ndeki önem şuydu; öğretmene bütüncül bir yaklaşım getiriyordu. Öğretmenin eğitim fakültesine nasıl gireceği, oradan mesleğe nasıl geçeceği, meslekte nasıl yükseleceği, doğuya ya da kırsala giden öğretmenin nasıl destekleneceği, yaşam endişelerinin nasıl giderileceği tüm bunları kapsıyordu. Bugün öğretmenlerle ilgili yapılması gerekenin ‘Öğretmen Akademisi’ kurulmasına bağlanması da bizim ülke olarak sorun çözerken kurum inşa etmek ve yasa çıkarmak noktasında olduğumuzu ve burada tıkandığımızı gösteriyor. Sizce acil olarak niteliğin artması için atılacak adımlar neler? Türkiye’nin artık okulları güçlendirebilecek eğitim reformunu konuşması gerekiyor. Minimum büyük reform ve sistemi değiştirici reform, maksimum öğrenciyi, okulu güçlendirici reforma ihtiyaç var. Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi hayata geçmeli, ortaöğretim yeniden yapılandırılmalı, ikili öğretimin tamamen bitirilmesi için plan ve kaynak gerekiyor. Erken çocukluk eğitimi de ücretsiz ve zorunlu olarak yaygınlaştırılmalı.  ]]>