Eğitime Erişim Arttı Ama Eğitim Ne Kadar Kapsayıcı?

Eğitime erişen öğrenci sayısının artması umut verici. Ancak tam da bu noktada çocukların eğitime eriştikten sonra “kapsayıcı ve nitelikli eğitim” olanaklarından ne ölçüde yararlanabildikleri sorusunu sormak gerekiyor. Melisa Soran, Eğitim İzleme Raporu 2019: Öğrenciler ve Eğitime Erişim’in sonuçlarını  kapsayıcı eğitim perspektifinden ERG Blog için değerlendirdi.

Melisa Soran
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEÇBİR)

Tüm çocukların nitelikli eğitime erişiminde mevcut durumun ele alındığı Eğitim İzleme Raporu 2019: Öğrenciler ve Eğitime Erişim, ilköğretimde okullulaşma hedeflerine ulaşıldığını ama okul öncesi eğitim ile ortaöğretimde eğitime erişimde ciddi sıkıntılar olduğunu ortaya koyuyor. Rapor, eğitime erişimde dezavantajlı konumda olan üç toplumsal grubu işaret ediyor: 1) Engelli çocuklar 2) Geçici koruma altında olan Suriyeli çocuklar 3) Yoksul çocuklar.

Bu gruplar, toplumsal hiyerarşinin en altlarına konumlandırılmış, yalnızca eğitime değil toplumsal yaşamın her alanına katılımı ve her türlü haktan yararlanması bir gereklilik olarak görülmeyen gruplar olarak çeşitli araştırma raporlarında sürekli karşımıza çıkıyor. Bu grupların uğradıkları ayrımcılık ve karşı karşıya bırakıldıkları adaletsizlik verilerle açıkça ortaya konuluyor. Ama bu gruplara yönelik olumsuz algı ve tutumlar o derece güçlü ki adaletin sağlanmasına yönelik toplumsal talebin oluşması mümkün olamıyor.

Eğitimde ayrımcılık

Raporda derlenen veriler 2018-2019’da özel eğitim hizmetlerinden yararlanan, kaynaştırma yoluyla eğitim alan ve 2019 Eylül itibariyle geçici koruma altında olan öğrenci sayısının arttığına ve 2017’de “çocuk yoksulluğu”nun azaldığına işaret ediyor. Eğitime erişen öğrenci sayısının artması ve “çocuk yoksulluğu”nun azalması umut verici gelişmeler olarak görülebilir; ama tam da bu noktada çocukların eğitime eriştikten sonra “kapsayıcı ve nitelikli eğitim” olanaklarından ne ölçüde yararlanabildikleri sorusunu sormak gerekiyor.

Engelli öğrenciler eğitim sistemine “tanı” alarak dahil oluyor ve bu “tanı” varsayılanın aksine öğrencilerin gereksinimlerine yanıt verecek eğitimi almaları için önemli bir bilgi işlevi görmüyor, öğrenciyi damgalayan bir “etiket”e dönüşüyor. En iyi ihtimalle “tanı” alan öğrencinin akademik başarısından vazgeçilebiliyor ve akranlarıyla sosyalleşmesi yeterli görülebiliyor. Veliler çocuğunun “tanı” almaması için direnebiliyor, eğitim sistemi birçok vakada “tanı” alan öğrencileri “kaynaştırma”dan daha çok “ayrıştırma”ya hizmet edecek şekilde işleyebiliyor. Özel eğitim sınıfları okulların en alt katlarında ayrı koridorlara yerleştirilebiliyor, özel eğitim sınıfı öğrencileri ile genel eğitim sınıfı öğrencilerinin temasları kesilebiliyor.

Bu dosyanın yayımlandığı günlerde basına yansıyan bir vakada* özel eğitim sınıfı öğrencileri ile teneffüslerde ve öğle yemeğinde temas etmenin çocuklarının “psikolojilerini kötü etkilediği”ni savunan veliler, okuldaki özel eğitim sınıfının kapatılmasını talep ediyor; talep üzerine okul idaresi de harekete geçiyordu. Hâl böyle olunca, özel eğitim okullarında eğitim alan öğrencilerin akranlarıyla bütünleştirilmiş ortamlarda hayat boyu eğitim alabilmelerinin ihtimalini aklımızdan bile geçiremiyoruz.

Öte yandan geçici eğitim merkezlerinin kademeli olarak kapatılmasıyla Suriyeli öğrencilerin devlet okullarında eğitime erişiyor olmaları ve bu oranın gittikçe artıyor olması önemli; ama bu geçiş ile birlikte okullarda ciddi zorluklar yaşanıyor. Öğrenciler arasındaki gerilimi önlemek adına bir grup öğrenci sabahçı bir grup öğrenci ise öğlenci yapılabiliyor; okula giriş ve çıkışlarda güvenlik önlemleri alınıyor. Suriyeli öğrencilerin “davetli misafir” statüsünde yaşadıkları güven ve aidiyet krizi hiç konuşulmuyor; “şiddete meyilli” oldukları söylenebiliyor. Suriyeli çocuklara yönelen ayrımcı ve zorba davranışlar ise çok da dert edilmiyor. Suriyeli öğrenciler okulda çoğu derse katılamadıklarını ve “izleyici” olduklarını söylüyor. Buna rağmen, anadilleri Türkçe’den farklı olan öğrencilerin eğitime katılımlarının önüne konan engelleri ve bu engellerin aşılmasına yönelik “bilimsel” çözümleri etraflıca tartışamıyoruz, malum anadili meselesi “politik” bir mesele…

Yoksul ve çalışan çocukların eğitime erişiminin sağlanması ise eğitimin aktörleri tarafından güçlerinin yetmeyeceği “makro bir sorun” olarak görülüyor ve eğitim yoluyla müdahale edilmeyen bir alan olarak kalıyor.

Eğitimde ayrımcılığı azaltmak için kapsayıcı eğitim

Kapsayıcı eğitim yaklaşımı bize eğitimde herkes için adaleti sağlamaya yönelik bir çerçeve sunuyor. Bu yaklaşım, tüm çocukların nitelikli eğitime erişebilmeleri için eğitim sisteminin her bir çocuğun gereksinime yanıt verecek şekilde tasarlanmasını öneriyor. Bunun için de iki unsuru öne çıkarıyor: 1) Eğitimde ayrımcılığı azaltmak 2) Öğrenmeye katılımı artırmak.** Eğitimde ayrımcılığı azaltmak her bir çocuğun kendini eğitim ortamında güvende ve ait hissetmesi için önemli ve gerekli bir unsur; çünkü çocukların kendilerini güvende ve ait hissetmedikleri durumda öğrenmeye katılımlarını sağlayabilmek mümkün olamıyor. Öğrenmeye katılımı artırmak için her bir öğrencinin gereksinimine uygun şekilde öğrenme süreçlerinde uyarlamalar yapmak ve öğrenme yollarını çeşitlendirmek gerekiyor. Amacın “tüm çocukların nitelikli eğitime erişebilmelerini sağlamak” olduğunu unutmayarak öğrenme süreçlerini her bir öğrenci için çeşitlendirirken öğrenme hedeflerini herkes için aynı tutmak ayrıca önemli!

Öyleyse öğrencilerin her birini “tanı(la)mak”, kendilerini ifade edebilecekleri ve ihtiyaçlarını dile getirebilecekleri alanları açmakla işe başlamak ve bu ihtiyaçlardan hareketle öğrenme mekânlarını ve süreçlerini tasarlamak gerekiyor. Bu tasarımı yaparken de “evrensel tasarım” anlayışıyla iş yapmak ve herkesin eğitimin tüm imkân ve olanaklarından tam ve etkin şekilde yararlanmasını amaç edinmek önemli oluyor.

“Evrensel tasarım” anlayışına göre okulun girişine rampa yapmakla ve bedensel engelli öğrencilerin sınıflarını okulun giriş katına taşımakla yetinmeyip, okulun her alanına (tuvalet, kütüphane, konferans salonu, yemekhane, bahçe vb.) erişimlerini sağlayacak ve sınıfın içerisindeki hareketlerini kolaylaştıracak şekilde mekânsal düzenlemeler yapılmalı. Her bir çocuğun okula ve sınıfa aidiyet geliştirebilmesi için okul mekânları çocukların ihtiyaçları ve istekleri gözetilerek tasarlanmalı. Eğitim dili, materyalleri ve yöntemleri çeşitlendirilmeli. Eğitim içerikleri yazılı sunulurken seslendirilmeli, aynı zamanda görselleştirilmeli ve hatta oyunlaştırılmalı. Oyunun “bütünleştirici” dili kullanılarak çeşitli kültürlerden ve yeterliliklerden öğrencilerin katılımlarına olanak sağlanmalı. Eğitim materyalleri ve yöntemleri “herkes için erişilebilir” olmalı. Görsel içeriklerin dokunsal veya sesli betimlemeli versiyonları üretilmeli, Braille alfabesinin ve işaret dilinin kullanımı artmalı, çok dilli materyaller kullanılmalı. Benzer bir anlayışla eğitime erişemeyen çocuklar için de sistem bölgesel, yerel ve hatta bireysel ihtiyaçlardan hareketle özelleştirilmiş ve esnek çözümler üretmeli.

Eğitim sisteminin sunduğu imkân ve olanakları her bir öğrencinin gereksinimine göre çeşitlendirirken eğitime erişimde ve katılımda dezavantajlı konumda bulunan toplumsal gruplara yönelik olumsuz algı ve tutumları dönüştürmek için de mücadele vermek gerekiyor. Aksi takdirde bu grupların eğitim hakkından eşit şekilde yararlanmasına yönelik uygulanan özel önlemler “ayrıcalık” olarak algılanabiliyor ve dirençle karşılanabiliyor. Ayrımcılık her kime olursa olsun “farklı muamele etmek” olarak tanımlanıyor; oysa toplumsal hiyerarşide eşitsiz konumlanmış grupların üyelerine “eşit muamele etmek” eşitsizliği sürdürüyor. Gruplar arasında eşitliğin olmadığı durumlarda ayrımcılığın önlenmesi ve eşitliğin sağlanması ancak ve ancak “farklı muamele etmek”le mümkün olabiliyor.

Hak temelli ve kapsayıcı bir eğitim anlayışının yaygınlaşması için okulların ve öğretmenlerin sivil toplum ve akademi ile olan bağlarının güçlendirilmesi ve bu yolla desteklenmeleri önemli. Bir diğer önemli mesele ise, eğitimin en etkili paydaşlarından biri olan velilerin kapsayıcı eğitimin sağlanmasındaki rolü. Eğitimin tüm paydaşlarının katılımıyla -çocukları unutmayarak değil, çocuklardan başlayarak- eğitimi nasıl daha kapsayıcı ve nitelikli hale getirebileceğimizi etraflıca ve derinlemesine tartışmayı sürdürmek gerekiyor…

 

Bu blog yazısı ERG’nin görüşlerini yansıtmaz. Sorumluluk blog yazarına aittir.

*BBC Türkçe (7 Kasım 2019). “Aksaray’daki otizmli çocukların aileleri konuştu: Mehmetçik İlköğretim Okulu’nda çocuklarımız arka kapıdan sokuluyor” https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50322801 (Erişim tarihi: 18 Kasım 2019)
**UNESCO. (2005) Guidelines for inclusion: Ensuring access to education for all. Paris: UNESCO.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Erişilebilir Uzaktan Eğitim Mümkün 

Salgınla birlikte eğitimde yaşanan dijital dönüşüm ne kadar kapsayıcı? Herkes İçin Erişilebilir Yaşam Akademisi Derneği’nden İsmail Çevikbaş görme engelli öğretmenlerin uzaktan eğitim deneyimini, yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini ERG Blog için yazdı.

Eğitim 360° (2): Öğretmenler

Ekibimizin hazırladığı ve sunduğu Eğitim 360° programı iki haftada bir perşembe günleri saat 16.00’da Medyascope ekranlarında. ERG ve Medyascope işbirliğiyle ekrana gelen Eğitim 360°’ta eğitim gündeminin sadece belirli konular üzerinden tartışılmasının ötesine geçerek, eğitimin içeriğini, geleceğini ve eğitim politikalarını veriye dayalı olarak, sahadan örneklerle ve farklı paydaşların katılımıyla daha geniş çerçeveden ele almayı istiyoruz.