Eğitimde Daha Fazla Empatiye İhtiyacımız Var

Hürriyet Eğitim, Batuhan Aydagül Yüksek lisansımı aldığım okulun iki ayda bir mezunlarına gönderdiği dergide okulun rektörünün de bir yazısı oluyor. Derginin Eylül/Ekim 2014 sayısında bu yazının başlığı “iyimserlik empatiyle buluşuyor” idi. Eğitimde daha fazla empatiye ihtiyacımız var Bunlar, özellikle Türkiye’de uzun yıllardır emek verdiğim sosyal değişim çalışmalarında, benim için vazgeçilmez kişisel özellikler. Bir süredir Eğitim Reformu Girişimi’nde (ERG) işimizi yaparken dokunduğumuz insanların duygu ve ihtiyaçlarını nasıl daha iyi hissedebilir ve anlayabiliriz diye düşünüyoruz. Empati üzerine yoğunlaştığımız ve Türkiye’de eğitimle ilgili iyimser olmanın gün geçtikçe zorlaştığı bir zamanda yazının başlığını görmek ve daha sonra içeriğini okumak bana iyi geldi. Bir nevi “iyimserliğin empatiyle” buluştuğu yolda devam etmek için cesaret buldum. Türkiye’de sosyal politika ve eğitim alanında önemli zorluklarla karşı karşıyayız. Bu açıdan dünyada yalnız değiliz. Kalkınmışlık düzeyinden bağımsız olarak her ulusun önünde duran ve çözülmeyi bekleyen sorunlar var. Bu sorunların çözülmesi insanların hayatını iyileştirecek. Özellikle çocukların sağlıklı gelişiminin sağlanması ve cinsiyetleri ya da cinsel yönelimleri, fiziksel ve zihinsel özellikleri, ailelerinin eğitim ve gelir durumu ya da yaşadıkları yer gibi etkenlerden bağımsız olarak okula gidip öğrenme fırsatına sahip olmaları geleceğimiz için çok kritik. Eski köye yeni adet getirmeden ilerlemek zor

Türkiye ve eğitim özelinde sorunların ne olduğu ortada ve o sorunların arkasında yatan nedenler hakkında kapsamlı bir bilgi dağarcığı var. Ancak bunlara çözüm üretmek ve çocukların hayatını iyileştirmek için iyimserliğimizden ödün vermeden daha istekli çalışmalıyız. Bunun için yenilikçilik gerekiyor, eski köye yeni adet getirmeden ilerleme zor gözüküyor. Yeni adetlerin kolektif çalışmalarla geliştirilmesi, okulun içinde ve dışında olan aktörlerin beraber düşünmesi ve çalışması önemli. Ancak eğitimde yenilikçilik derken ülkemizde özel sektörde gelişmekte olan girişim kültürüne hakim “tek seferde tutan ve insanlara evladiyelik servet kazandıran iş bulma ve yapma” pratiğinden uzak bir anlayışa ihtiyaç var. Bu anlayışın temel ekseninde deneme-yanılma ve böylece öğrenerek gelişme sürecini sağlayacak olan araştırma olmalı. Eylem araştırması becerilerine sahip bir öğretmen de kapsamlı ve büyük bir etki değerlendirmesi yapacak araştırmacı da eğitimde yenilikçiliğe katkı yapabilir. Bireysel ya da kolektif olarak eğitimde çocukların durumunu iyileştirecek yenilikleri geliştirmek eğitimde farklılık yaratmak isteyenler için özendirici ve cesaretlendirici bir ortak amaç olabilir. Bill ve Melinda Gates Stanford Üniversitesi’nde yaptıkları mezuniyet konuşmasında, “Eğer iyimser olursak ve fakat empatimiz yoksa bilimi ne kadar iyi kullandığımız fark etmez, çünkü sorunları gerçekten çözmek yerine bulmacalar üzerine çalışırız” diyorlar. Hayatı herkes için iyileştirecek bir beceri: Empati Empati kelimesi Yunanca “içinde duyma” anlamına gelen patheia’dan alıntı. Türk Dil Kurumu’na göre ise empatinin sözlük anlamı “ruh” ya da “duygudaşlık” demek. Büyük Türkçe Sözlük “kişinin kendisini başka bir bilincin yerine koyarak söz konusu bilincin duygularını, isteklerini ve düşüncelerini, denemeksizin anlayabilmesi becerisi” olarak daha uzunca tanımlıyor. Aslında çocukluktan itibaren insanların edinmesi önemli ve daha çok yetişkin insanda olsa ve onların düşünce ve davranışlarına yansısa hayatı herkes için iyileştirebilecek bir beceri. Eğitim ve öğretimin çocuklarda empatinin gelişimiyle ilgili önemli bir sorumluluğu var. Bugün Türkiye toplumuna baktığımızda birbirimizi “içten duymakta” iyi olduğumuzu ve dolayısıyla geçmişte eğitimin bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirdiğini öne sürmek gerçekçi değil. Eğitim genelde çok teknik ve duygusuz tartışılıyor Eğitim özeline gelirsem, bu büyük alanda da aktörlerin birbirilerini “içten duyduğuna” ya da “kendilerini başka bir bilincin yerine koyduklarına” dair çok az örnek bulabiliriz. Yaklaşık 17 milyon öğrenci ve 850 bin öğretmenin olduğu (aileleri ya da kamu dışında eğitimle ilgili çalışan kişileri buna eklediğimize bu sayı daha da artıyor) bir alanda, eğitim çoğunlukla teknik ve duygusuz bir şekilde tartışılıyor ve ele alınıyor. Örneğin, eğitimde sorunları sıraladığımızda çocukların öğrenmemesi ya da okula devamsızlık listede yerini alıyor. Halbuki eğitim alanında neredeyse herkesteki motivasyon düşüklüğü ve bir merkezi bürokrasi olarak MEB ile eğitim paydaşları, okul yöneticileriyle öğretmenler, öğretmenlerle öğrenciler ya da okulla aileler arasındaki iletişimsizlik neredeyse hiçbir yerde yazmıyor, konuşulmuyor. Ya da bürokrasiye bir bütün olarak yüklenirken, o büyük örgüt içinde çok farklı düzeylerde tüm olumsuzluklara rağmen küçücük bir katkı yapmak için gayret gösteren genç eğitim uzmanının biraz fark edilmeye, desteklenmeye ve cesaretlendirilmeye ihtiyacı olduğunu fark edemiyoruz. Empati eksikliği her alanda ama… Empati eksikliğine dair eleştiriyi listeye kamuyu, özel okulları, sivil toplum kuruluşlarını, aileleri ve medyayı da ekleyerek devam ettirmek mümkün. Önemli olan özellikle eğitim üzerine düşünen, yazan ve çalışan kişiler olarak bunu fark etmek ve yaklaşımımızda değişiklik yapmak. Bir uygulama, eğitim ya da örneğin iletişim kampanyası tasarlamadan önce yapılan ihtiyaç analizinin illaki ulaşmak istenilen insanlarla “duygudaşlık” sağlamayacağını kabul edelim. Odak grup şeklinde ya da bireylerle derinlemesine yapılan görüşmelerde ortaya bir “ruh” çıkarmak için insanlara sadece zihni değil kalbi de açarak konuşmak gerekiyor. Ön yargısız bir şekilde yaklaşarak, mümkün olduğu kadar “ne” yerine “niye” diye sorarak ve bazen uzun süre sessizce dinlemek yoluyla “içten duymak” mümkün olabilir. Hem eğitimde, hem hayatın genelinde empati becerisini kuvvetlendirmenin ve daha sık kullanmanın bireysel ve toplumsal yararına inanıyorum. Bu amaca farklı yöntemler hizmet edebilir. Bunlardan biri de tasarım odaklı düşünme. Bu, temel olarak, tasarımcının (mimar, moda tasarımcısı, endüstriyel tasarımcı, vb.) bir ürün geliştirirken kullandığı süreçlerin farklı alanlara da uyarlanmasını içeriyor. Son kullanıcı bireyin tasarımcı için önemi, çözülmek istenilen problemin doğru tanımlanması, fikir geliştirme aşamasında yaratıcılığa sınır koymamak ve uygulanabilir fikirleri önce test etmek gibi önemli noktaların eğitim dahil farklı alanlarda yararlı olduğuna dair birçok örnek var. Zaten Türkiye’de tasarım yoluyla anlama ya da öğrenme gibi kavramlar araştırmalar ve bazı eğitimlerde karşımıza çıkıyor. Bu sürecin özünü insan odaklı düşünme olarak tanımlayan ve kullananlar da var. Bir yandan malumun ilanı gibi gözüken bu kavramlar aslında herkese yaptığımız işlerde insanı odağa koymamız gerektiğini hatırlatıyor. Bunu özel hayatımızda çevremizle ilişkilerimizde de hatırlayabiliriz. Birbirimizi içten duymaya başladığımızda yaşayabileceğimiz kişisel ve toplumsal değişim daha samimi bir yarın vadediyor olabilir. Bu da iyimser olmak için güzel ve güçlü bir neden sanki, değil mi?]]>