Eğitim Yönetişiminde Sorumluluk İl Müdürlüklerine Devredilmeli Mi?

Aytuğ Şaşmaz, ERG Proje Uzmanı
 
Bir eğitim sisteminin yönetişim yapısını anlamak için sorulacak iki soru vardır: (1) Bu sistemde kararlar genellikle kimin tarafından alınıyor ve (2) yetki sahibi olanlar alınan bu kararlar için kime karşı sorumlular, nasıl hesap veriyorlar? Kabaca, yetki ile sorumluluk arasındaki uyumun o yönetişim sisteminin işlevsel olup olmadığının sınırlarını çizdiğini de söyleyebiliriz.

 

Bir eğitim sisteminin yönetişim yapısını anlamak için sorulacak iki soru vardır: (1) Bu sistemde kararlar genellikle kimin tarafından alınıyor ve (2) yetki sahibi olanlar alınan bu kararlar için kime karşı sorumlular, nasıl hesap veriyorlar? Kabaca, yetki ile sorumluluk arasındaki uyumun o yönetişim sisteminin işlevsel olup olmadığının sınırlarını çizdiğini de söyleyebiliriz.

Birçok ülkedeki sistemi ya da sistemdeki değişiklikleri bu kaba çerçeve üzerinden değerlendirmek mümkün. Örneğin İngiltere’de, Muhafazakarlar kontrolündeki iktidar (özellikle Eğitim Bakanlığı’nın başında kor bir muhafazakar olan Michael Gove var) birçok okulu “özgür okul” ya da “akademi” haline getiriyor ve onlara birçok alanda (örneğin bu okullarda hangi derslerin okutulacağı ve hangi öğretim yöntemlerinin kullanılacağı) özerklik sağlıyor. Bu durum, İngiltere’de yerel yönetimler elinde olan birçok yetkinin okullara devredilmesi anlamına geliyor. Ancak bu değişiklik, merkez sola yakın duran düşünce kuruluşu IPPR tarafından eleştiriliyor. Onlara göre bu değişiklik, hesap verebilirliği olmayan bir okullar sistemi yaratabilir, çünkü yetki devri yapılan bu okullar doğrudan merkezi Eğitim Bakanlığı’na hesap verecek ve Bakanlık’ın bu okulları etkili bir şekilde denetleyebilecek kapasitesi yok. Diğer bir deyişle IPPR, Bakanlık’ı etkin hesap verme mekanizmaları oluşturmadan yetki devri yapılmaması konusunda uyarıyor.

Türkiye eğitim sisteminde de ciddi değişiklikler oluyor. Bakanlık’ın merkezi teşkilatında yeniden yapılanma Kanun Hükmünde Kararname ile başladı, merkezdeki yapılanma bitince yerel teşkilatın yeniden yapılanmasına geçileceği çıkan haberlerden anlaşılıyor. Baştaki iki sorumuza dönersek, bugün Türkiye’de eğitim sisteminde karar verme yetkisi, neredeyse hiç paylaşılmadan Ankara’daki merkezi teşkilata ait. Merkezi teşkilat, bu yetkiyi yerel yönetimlerle (belediyelerle) paylaşmıyor, aldığı kararları yereldeki uzantıları (milli eğitim müdürlükleri) ve okullar aracılığıyla uyguluyor. Dünyanın en merkeziyetçi eğitim yönetişim sistemlerinden birine sahibiz. Üstelik, merkezi teşkilatı hesap verebilir tutmanın dört yılda bir yapılan seçimler dışında bir yolu olduğu da söylenemez.

12 Haziran genel seçimlerinden sonra göreve gelen Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bu durumu değiştirmenin peşinde. Son çıkan haberlerden anlaşıldığı üzere, Bakan il yönetimlerini hesap verebilir kılmaya odaklanan bir sistem öneriyor. Dinçer,  tüm il milli eğitim müdürlüklerinden, her yıl üniversiteye giriş sınavlarında başarı, okullulaşma ve devamsızlık oranları gibi göstergelerde hedefler oluşturmalarını isteyeceklerini ve il yöneticilerini bu göstergeler üzerinden sorumlu tutup gerekirse görevden alacaklarını söylüyor. Bir başka deyişle, eğitim sisteminin gidişatından il milli eğitim müdürlerinin sorumlu tutulacağı bir yönetişim modelini işaret ediyor.

Bu yönelimle ilgili bazı önemli noktalara dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, il yönetimlerini sorumlu tutabilmek için onların eline gerçekten yetki vermeniz gerekir. Oysa, öğretmenler ve okul yöneticileri merkezden atanıyor, il yönetimlerinin dağılımına özgürce karar verebilecekleri (illerinin ihtiyaçlarına göre harcayabilecekleri) maddi bir kaynakları yok ve müfredat ve öğretim yöntemlerini belirleme yetkisi çok keskin bir şekilde merkezi yönetimde bulunuyor. İkincisi, “il”in eğitim yönetişimi için doğru bir ölçek olup olmadığının tartışmaya açılması gerekiyor. Öğrencilerle birebir iletişime geçen ve onlara hizmet sunan birimler il yönetimleri değil. Dolayısıyla, yetkiyi devretmek veya sorumlu tutmak için doğru ölçek il olmayabilir. Bazı illerin büyüklüğü , o illerin yönetimlerinin okulları izleyebilmesine veya okullar arasında işbirliği ve koordinasyon sağlamasına imkan vermiyor.

Bir diğer önemli nokta, il milli eğitim müdürlerini sorumlu tutmak için seçilen göstergelerin gözden geçirilmesi gerekliliği. Mevcut sistem, halihazırda merkezi sınavların büyük baskısı altında. Üstüne, il milli eğitim müdürlerinin üniversite sınavındaki sonuçlardan sorumlu tutulduğunu, bir önceki yıl 35. olan ilin müdürünün, bir sonraki yıl 40. olunursa görevden alınabileceğini düşünün. O il müdürünün çocuklar ve öğretmenler üzerinde yaratabileceği baskının yanı sıra il müdürlükleriyle dershaneler arasındaki bağların organikleşmesi ve güçlenmesi riskler arasında.

Tüm bunların üzerine, “sizin bir öneriniz var mı?” diye soracak olursanız, ERG’nin her yıl yayımladığı Eğitim İzleme Raporları’nı incelemenizi öneriyoruz. Özellikle Eğitim İzleme Raporu 2009’un Yönetişim ve Finansman modelinde Bakanlık tarafından paylaşılan Yeni Yönetişim Modeli Yeşil Belge Taslağı’na sunduğumuz görüş, ERG’ye göre yeni yönetişim modelinin dayanması gereken ilkeleri özetliyor.

Bu blog yazısı ERG’nin görüşlerini yansıtmaz. Sorumluluk blog yazarlarına aittir.

İlginizi Çekebilecek İçerikler