Eğitim Sistemi Yoksulu Nasıl Yoksul Bırakıyor?

T24, Çetin Çelik 2015-2016 Eğitim ve Öğretim yılı öğretmen, öğrenci ve ebeveynlerin sorunlarına ilişkin bir çok tartışma etrafında başladı. Bu sorunlara veri temelli tespit ve öneriler için Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim İzleme Raporu 2014-15 yine önemli bir rehber niteliğinde. Bölgede yaşanan çatışmalar, anadilde eğitim hakkının bu yıl da görmezden gelinmesi eğitimdeki sorunları katmerlendiren diğer unsurlar.

Eğitim sistemimizdeki yapısal seleksiyon mekanizmalarının işleyişi ve bunun toplumsal tabakalaşmaya etkisi ise yeterince mercek altına alınmış değil. Oysaki, son dönemde yapılan bir takım düzenlemelerle, bu  seleksiyon mekanizmaları, özellikle gidilecek lise türünü belirleyen sınavlar, Türkiye’de toplumsal sınıflar arası eşitsizliğin kuşaklar arası aktarımın temel mekanizması haline dönüştü.
Türkiye’de öğrencilerin gideceği lise türünü belirleyen sınavlar silsilesi uzun ve karmaşık bir geçmişe sahip. 1997 yılında Liselere Geçiş Sınavı  (LGS) ile başlayan sınav sistemi sırasıyla 2005’de Ortaöğretim Kurumları Sınavı’na (O KS), ardından 2008 yılında Seviye Belirleme Sınavı’na (SBS) ve nihayetinde 2013 yılında Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş Sınavı’na (TEOG) dönüştürüldü. TEOG’un selefi olan SBS ilkin 6. 7. ve 8. sınıfta üç merkezi sınav şeklinde yapılırken, 2010 yılında sadece 8. sınıflara uygulandı. TEOG ise SBS gibi merkezi ve tek sınav şeklinde değil, 6. 7. ve 8. sınıflara yayılmış altı temel dersin merkezi yazılıları şeklinde yapılmaktadır. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı 08.07.2014 tarihinde Kanal 24’ten Elif Çakır’a verdiği röportajda, telafisi olmayan merkezi tek sınav şeklindeki SBS ile karşılaştırıldığında, telafisi mümkün farklı altı temel dersin merkezi yazılılarının yerleştirme puanlamasında esas alındığı TEOG’un öğrenci performansını anlık göstergeler eşliğinde değil sürece yayarak değerlendireceğini belirtti. Bunun hem öğrencilerin sınav stresini azaltacağını hem de onları test merkezli sınav sisteminin yönlendirdiği dershanelerden ziyade okul müfredatına yoğunlaştıracağını ileri sürdü. Ancak araştırma kapsamında, çocukları 7. ve 8. sınıfa devam eden alt ve orta toplumsal sınıflarından ebeveynler, öğretmenler ve okul müdürleri ile yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz bulgular TEOG’un, söz konusu iyimser beklentilerin aksine, daha evvel var olan toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizliği, azaltmak bir yana, amansızca derinleştirme potansiyelini işaret etmektedir. Bu eşitsizlikleri kavramak, SBS ve TEOG’u eğitim alanında yapılan diğer bir takım düzenlemelerle birlikte düşünmeyi gerektiriyor. Hatırlanacağı üzere, TEOG sınavı, hemen tüm lise türlerine, daha evvel kalite ve seçiciliğin göstergesi olan, “anadolu” sıfatının eklenmesinden sonra yürürlüğe girdi. Bu biçimsel değişiklik hemen tüm liseleri anadolu liselerine dönüştürerek bu okullara sınavsız girilmesinin yolunu kapadı. Diğer bir deyişle liselere giriş ilkin SBS’ ye ve 2013’ ten itibaren de TEOG’ a bağlanmış oldu. Gidilecek tüm lise türlerinin TEOG sınavına bağlı hale gelmesi sınav endüstrisini azaltmak ve müfredatı merkeze koymak bir yana, öğrenci ve ebeveynlerin gelecek endişelerini arttırmış görünüyor. Özellikle, öğrencileri üniversiteye hazırlayan düz liselere sınavsız giriş yolunun kapanması, yoksul ailelerin toplumsal hareketlilik kapasitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Daha önce sınavsız girilen bu okullara çocuklarını sokmak için aileler kaynakları oranında özel ders, dershane, hazırlık kursları gibi gölge eğitim endüstrisinin  sürekli müşterisi haline geldiler.   Her tür liseye sınavlı girişin TEOG aracılığıyla oldukça erken yaşlarda yapılması ise öğrencinin eğitim başarısı ve kariyerinde ailenin sosyoekonomik kaynaklarının etkisini orantısız şekilde güçlendirmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, üniversite kapısında olan yığılma her ne kadar olumsuz olsa da, öğrenci, yaşı itibariyle, sadece aile kaynaklarına bağımlı değildir. Devam ettiği lisenin kurum içi ilişkilerinden – öğretmen öğrenci ya da akran grup ilişkileri – kaynak ve destek devşirme bilinci ve potansiyeline sahiptir. Ancak TEOG farklı programlara ayrışmayı öğrencide böylesi bir bilincin henüz gelişmesi mümkün olmayan erken yaşlara çekerek öğrencinin eğitim başarısını, ve aslında bir nevi kaderini, tamamıyla ailenin sahip olduğu kaynaklarla sınırlamaktadır. Bu durum sosyal ve kültürel sermayesi yüksek orta ve üst sınıf ailelerden öğrencileri, devlet ya da özel, avantajlı liselere yoğunlaştırırken, yoksul ailelerden çocukların ise dezavantajlı lise türlerinde birikmesine yol açmaktadır. Erken yaşlardaki bu rijid programlara ayrışma okul türünü değiştirmeyi engelleyen yapısal faktörler ve belli bir okul türündeki uzun sosyalizasyon süreci dolayısıyla öğrencinin eğitim ve iş piyasasındaki pozisyonunu geri döndürülemez şekilde belirlemektedir. Meslek liselerinin, sayıları artan şekilde yoksul ailelerden öğrencilerin adresi haline gelmesi, istemli seçimle değil, böylesi bir yapısal mekanizma ile anlaşılmalıdır. TEOG’un bu denli önemli hale gelmesi velilerin haklı olarak bu sınavı çocukları için adeta bir ölüm kalım savaşı olarak görmesine yol açmış görünüyor. Örneğin çocuğu 7. sınıfta olan bir ebeveyn içinde bulunduğu duygu dünyasını şu şekilde ifade ediyor: “Günlerdir, okul kapandığından beri ben de bayağı gerginim. Nasıl bir takviye alacağım, ne yapacağım? Maddi koşulları da düşünmek gerekiyor. 6,5 – 7 bin lira aile bütçesi için ciddi bir para. Hem iyi olsun diyorsunuz hem ekonomik olsun diyorsunuz…. Bu TEOG bir korkulu rüya haline geldi hepimiz için.” Öğrencileri erken yaşta farklı programlara ayrıştırmaya ek olarak, TEOG’da yıl sonu başarı puanının, tıpkı SBS gibi, yüzde 30’larda olması, özel ve devlet okulları arasında rekabeti özel okullar lehine şiddetlendirerek toplumsal sınıflar arası uçurumu iyice derinleştirmektedir. Sahadan elde ettiğimiz veriler özel okulların devlet okullarındaki başarılı öğrencileri “burs” ve “not garantisi” vaatleriyle ile transfer ettiğini ortaya koymaktadır. Öğrenci velilerine, müzik, resim, beden eğitimi gibi derslerin notunun “100” olacağı ve bu derslerin aslında işlenmeyerek, yerlerine yerleştirmede yüksek puan getiren temel derslerin işleneceği garanti edilmektedir. Bu durum devlet okullarında veli ve öğretmenleri adeta karşı karşıya getirmektedir. Devlet okullarında söz konusu derslerde 100 puanın altında not veren öğretmenler, öğrencinin yıl sonu başarı ortalamasını, ve dolayısıyla yerleştirme puanını, düşürdükleri için veliler ile çatışmalar yaşamaktadır. Veliler, çocuklarını okuldan alma tehdidiyle, bu öğretmenleri okul müdürlerine şikayet etmekte, müdürler ise öğretmenlerin haklarını koruyamamaktan şikayet etmektedir. Mülakat yaptığımız bir okul müdürü elinde başarılı öğrenci tutamadığını, okulunun ‘sadece başarısız öğrencilerin olduğu bir “çöplüğe” döndüğünü’ belirtmiştir. Özetlemek gerekirse, liselerin “anadolu” liselerine dönüştürülerek girişlerin sınava bağlanması, erken yaşta programlara ayrışma ve yılsonu başarı ortalamasının yüksekliği gölge eğitiminin etkisini azaltmaktan uzaktır. Bu sistem varlıklı ve yoksul ailelerden öğrencilerin hem TEOG öncesi hem de TEOG sonrası farklı okullara ayrışmasını keskinleştirmekte ve bu da halihazırda var olan toplumsal sınıflar arasındaki mesafeyi açarak  yoksullar aleyhine olan dezavantajın kuşaklar arası aktarımını amansızca güçlendirmektedir. Eğitim sisteminin yurttaş hak ve eşitliği bağlamında düzenlenmesi acil bir sorun olarak ortada duruyor. Böylesi bir ideale ulaşmanın önünde elbette bir çok engel var. Ancak aile kaynaklarının öğrenci başarısını doğrudan belirleme kapasitesini artıran erken yaşlarda programlara ayırma gibi düzenlemeler bu idealden uzaklaşmak demektir. Milli Eğitim Bakanlığı özellikle Almanca konuşulan ülkelerde katı şekilde uygulanan erken yaşlarda farklı programlara ayırma, bu durumun yarattığı sorunlar, ve takip eden reform süreçlerini dikkatle incelemelidir. Aksi takdirde, eğitim sistemi, toplumsal hareketliliğin meşru aracı olma iddiası ve fonksiyonu gittikçe kaybedecektir.
]]>