Bir Okul Olarak Orman

Burcu Meltem Arık, Doğa Oyunları Evi Kurucusu

Yeni bir yıl daha kentten kırsala, bireylerden kurumlara hemen her yerde “doğaya dönüş” talebini duyarak başladı. Peki doğaya kavuşmayı bu kadar isterken eğitim alanında doğadan öğrenebileceklerimiz üzerine ne kadar düşünüyoruz? Gündemi eğitim merkezinden okuyan ERG Blog’da bu ay, yaşamın kokusunu alarak öğrenme biçimleri, orman okulları ve doğanın bize nasıl model olabileceği hakkında Doğa Oyunları Evi’nin kurucusu Burcu Meltem Arık’ın görüşlerine yer verdik.

Bir Okul Olarak Orman, Bi̇r Sınıf Arkadaşı Olarak Fındık Ağacı, Bi̇r Öğretmen Olarak Alaca Ağaçkakan

Bazı bilim insanları içinde bulunduğumuz çağa -adlandırma tartışmalı da olsa- Antroposen Çağı diyor: İnsan Çağı. Bu adlandırmanın bir nedeni, insanın, yeryüzünü şekillendiren diğer jeolojik güçler gibi (örneğin, deprem) etkili bir güç haline geldiğini vurgulaması. Gezegenimizi  mütemadiyen ve önemli ölçüde değiştiriyoruz. İçinde bulunduğumuz çağın bu adı almasının bir nedeni daha var: gezegenimizi değiştirdiğimizi, değiştirebileceğimizi artık çok iyi biliyoruz. Etkimizin olmadığı, yansımadığı tek bir noktasının dahi kalmadığının farkındayız. Uzay zaman sıkışmasının1 bizatihi içindeyiz.

Bunlardan yola çıkarak bizlere yeni felaket senaryoları sunmak ya da “sürdürülebilirlik” kavramından ve bu kavramın öneminden bahsetmek yerine, sürdürülemez bir yolda hızla ilerlediğimizin belirtildiği bu insan çağında doğayla, yaşamla ilişkimizin nasıl olabileceğine dair eğitim alanından birkaç örnek paylaşacağım. Ken Robinson’un, David Orr’un ve pek çok eğitimcinin, velinin, öğrencinin giderek daha yüksek sesle dile getirdiği üzere, endüstri döneminin eğitim hedeflerinde, öğrenme biçimlerinde, öğrenme mekanlarında ısrarcı olmayı bırakmak ve yeni biçimleri, mekanları, hedefleri, uygulamaları tartışmak ve deneyimlemek önemli alanlar açabilir bizlere.

Hayaletin dönüşü

“Hayalet” ifadesini seçmekteki amacım, bugün kentten kırsala, bireylerden kurumlara hemen her yerde daha çok duyar olduğum “doğal yaşam”, “doğaya dönüş”, “doğaya kavuşma”, “doğadaki son çocuk olunmaması” talebini hayaletle ilişkilendirmem. Tesirin antropolojisi disiplini hayaleti, baskılananın, unutulanın, ezilenin, göz ardı edilenin belirli bir zaman sonra bulduğu çatlaklardan çıkıveren olgu olarak tarif eder. Geçmiş bugüne dadanır. Çocukluğumuzda oyun arkadaşlığı ettiğimiz çayırlık, üzerine çıktığımız ağaç bizi yetişkin olduğumuzda kovalar. Onu ararız. Ekonomimizi döndüren, ancak buna rağmen yıllarca ekonomik sistemlerde dışsallaştırılan, edilgen hale getirilen, araç olarak görülen, eskiden daha iç içe olduğumuzu iddia ettiğimiz, hayatın telaşesi içinde unuttuğumuz doğa, bizdeki çatlakları bulduğu anda görünür olmaya çalışıyor.

Görünen o ki, doğanın hayaleti, antropoloji, tarih, sosyoloji, psikoloji, eğitim, hatta ekoloji bilimlerindeki çatlakları da bulmaya başladı. Peki tüm bunların eğitimle nasıl bir ilgisi var?

Orman Okulları

Müjdat Ataman, 21 Nisan 2016 tarihinde Eğitimpedia’da yayımlanan “Yaşam Kokusu Eksik Okul” başlıklı yazısında, “eriğe dalmak” deyişini bilerek geçirdiği kendi çocukluğuyla, bugün doğanın artık evin içine giren güneşten öteye gidemediği günümüz çocukluğunu karşılaştırır. Bence tam bir hayalet yazısıdır yazdığı. Yazısında bir ara bizlere der ki, “Okulda dört duvar arasındaki çocuğun temel eğitimin ilk dört yılının tüm kazanımlarını üst üste koyup, toplayıp, çarpıp, çıkardığımızda elimizde kalanlarla, doğada dört gün kamp yapan çocuğun yaşantılarını toplayıp, çarpıp, çıkardığımızda elimizde kalanlara bakarsak hangi elin daha dolu olduğunu görürüz.”

Orman Okulları, Ataman’ın belirttiği yaşam kokusunun eksikliğini gidermeyi amaçlayan bir eğitim yaklaşımıdır. Sadece yaşamın kokusunu değil, seslerini, tatlarını, renklerini, dokularını da eğitime yeniden yerleştirmeyi ister. Bunu, doğayla bağın güçlenmesini amaçlayan, ancak bunu çocukları ve doğayı sınıf içinde tutarak yapmaya çalışan çoğu çevre eğitimi uygulamasından çok farklı bir biçimde yapar. Ormanı bir okul haline getirir. Çocukların üzerine tırmandığı fındık ağacını birdirbir oynanan sınıf arkadaşına dönüştürür. Sınıfın içinde, servislerde göremeyecekleri ağaçkakan gibi hayvanlarla, liken gibi ortak yaşamın vücut bulduğu canlılarla karşılaşırlar. Zaman içinde izleye, gözleye, oynaya öğretmen haline gelir ağaçkakan. Kafasını ağaçlara o kadar sert ve defalarca vurduğu halde nasıl olur da beyin kanaması geçirmez, bunu öğretir. Likense pekala dayanışmanın öğretmeni olabilir kanımca. Çocuklar (ve öğretmenler), sürdürülebilir bir yaşamın nasıl olabileceğini kendilerine anlatılarak değil, yaşamın kokusunu alarak öğrenme fırsatı bulabilirler.

Orman okulları da, orman banyosu (ormanın sesleri, renkleri, kokuları, dokuları, tatlarıyla bizi yıkamasına olanak sağlayan sakin bir yürüyüş) benzeri, bizleri doğayla buluşturan diğer pratikler de gerek ülkemizde gerekse dünyada yaygınlaşmaya başladı. Bunu duvarın, insanın ötesini göremeye başlamak olarak adlandırabiliriz sanırım. Başka öğrenme biçimlerinin, mekanlarının olduğunu gösteriyor bizlere. Burada, “Bizim imkanlarımız her yerde aynı değil, bunlar her yerde uygulanamaz” düşüncesinden kopmaya çalışır, “Bu bizim gerçekliğimizde, farklılıklarımızda, çeşitliliğimizde, imkan ya da imkansızlıklarımızda nasıl mümkün olabilir?” sorusuna odaklanırsak çok değerli tartışma alanları açabiliriz Türkiye için. Üstelik bunu yapmak için de tam zamanı. Türkiye’nin dört bir yanından bu yaklaşımı öğrenmek için yurt içinde, yurt dışında eğitim alan öğretmenler var çevremizde. Bu yaklaşımın eğitimini veren eğiticiler, okullarını orman okuluna dönüştürmek isteyen yöneticiler, özel sahalarını okulların gelebileceği ve orman pedagojisini uygulayabileceği alanlara dönüştüren işletmeler, bu yaklaşımı tartışan eğitimciler var.

Sürdürülebilirlik için yaşamın ilkeleri

Dünyamızdaki yaşam, 3.8 milyar yıldır devam ediyor. Peki bunu nasıl başarmış? İşte bu sorunun yanıtı bizleri “Sürdürülebilirlik için eğitim nasıl olmalı?” tartışmasına doğrudan taşır. Biyomimikri (doğadan ilham alan inovasyon) kavramını dünyaya yayan Janine Benyus, “Doğadan nasıl öğreniriz?” sorusunu odağımıza almamızı önerir ve doğanın yaşamı nasıl sürdürebildiğini aşağıdaki ilkelerle açıklar:

1. Değişen koşullara uyum sağlamak (adapt to changing conditions)

2. Kendi yerine uyum sağlamış ve kendi yerinde esnek olmak (be locally attuned and responsive)

3. Yaşam dostu kimyasal kullanmak (use life-friendly chemicals)

4. Kaynakça randımanlı olmak (be resource efficient, material and energy wise)

5. Kalkınmayı büyüme ile entegre etmek (integrate development with growth)

6. Hayatta kalmak için gelişmek (evolve to survive)

Dünyanın farklı yerlerinde eğitim paydaşları, “sürdürülebilirlik için eğitim” alanındaki tartışmaları biyomimikrinin sunduğu yaşam ilkeleri ya da döngüsel ekonomi (doğada atık yoktur, bir canlının atığı diğerinin yemeğidir ilkesini temel alan disiplin) çerçevesinde ele almaya başladı.

Umutla…

Sürdürülebilirlik eğitiminin hayatımızdaki yerini düşünürken, bu kavramın müfredatımızdaki yerinden, okul içi ve dışındaki mevcut uygulama ve örneklerinden, öğretmen eğitiminde sürdürülebilirliğin nasıl yer aldığından ya da almadığından, sürdürülebilirliğin nasıl ele alınabileceği tartışmalarından da bahsetmek isterim elbette. Ancak ilk adım olarak hayalleri konuşmayı tercih ettim.

Öncelikle hayaletleri, hayalleri, ülkemizde de görülmeye başlayan farklı örnekleri tartışmayı; doğaya, yaşama sizlerle birlikte dokunmayı; yaşamı 3.8 milyar yıldır sürdüren dünyamızın bunu nasıl yapabildiğini anlamaya çalışarak sürdürebilirliği ele almayı önerdim.

Tüm konuları eğitim çerçevesinde daha derinlemesine ve birlikte tartışabilmek, deneyimlemek umuduyla…

İlginizi Çekebilecek İçerikler