5harfliler: "Asıl Kimse Çocuklara Saygı Duymuyor"

ERG Politika Analisti Yeliz Düşkün, 5harfliler’e verdiği röportajda çocuklara öncelik verilen poltikaların nasıl geliştirilebileceğini ve dahasını anlattı. Yeliz, Eğitim Reformu Girişimi’nde (ERG) politika analisti. Türkiye’de eğitimin nasıl iyileştirilebileceğine kafa yoruyor. Araştırmalar yapıyor, raporlar hazırlıyor. Çocuklara öncelik verilen poltikaların nasıl geliştirilebileceğini ve dahasını anlattı. Sence Türkiye’deki üniversite öncesi eğitimde en büyük sorun ne? Yeliz Düşkün: Çocukların hakları olan birer özne olarak yeterince dikkate alınmaması. Bütün bu kaynakların, atanan öğretmenin, yapılan binanın, kantinde satılan yiyeceğin temel öznesinin çocuk olduğunun unutulması. Mesela seçimin sınavla aynı güne denk getirilmesi. Bence bu, çocukların yeterli değer görmediğinin bir göstergesi. Veya TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sınavının birden kaldırılması, çocukların yaşayacağı ruh hâlinin düşünülmemesi bence bir eksiklikti. Kantinlerde zararlı yiyecek satılmaması gerektiği yıllardır konuşuluyor, son 1-2 yılda biraz yol katedilebildi. Bu gecikme çocukların sağlığından önde tutulan başka konular olduğunu gösteriyor. “Eskiden öğretmenlere saygı duyardık, artık saygı kalmadı” diyorlar. Ben de diyorum ki “Asıl kimse çocuklara saygı duymuyor okullarda.”   Bunları politikacılara anlatmak için neler yapıyorsunuz? Mesela, erken seçim yaklaşırken, okul öncesinden lise sonuna kadar eğitimde neler yapılması gerektiğine dair çalışmalarımızı derledik. Beklentilerimizi içeren, veriye dayalı bir belge hazırladık. Bu belgeyi tüm adaylarla paylaştık. Bugün eğitimde güven sorunu var. Siyasiler, başka siyasilerin alacakları kararların adil olacağına güvenmiyor. Biz şunu vurguluyoruz: Eğitim hepimizin meselesi. Anayasa gibi üzerinde uzlaşılması gereken bir şey. Hükümet değişse bile ortak strateji ilerlemeli.   Bu mümkün mü? Ortaklaşabilecekleri konular var. Seçim vaatlerinde bile çok benzer şeyler vardı. Hepsi nitelikli eğitim, 21. yüzyıla uygun, çağdaş bir eğitim istiyor. Bunu ekonomik çıktılarla ilişkilendirenler var. Bizce bu çok sınırlı bir bakış açısı. Çocuklar sadece yarının iş gücü değil. Eğitim çocukları sadece geleceğe değil, bugüne de uygun yetiştirmeli. Hem mutlu hem başarılı kılmalı.   Hazırladığınız belgedeki öneriler nelerdi? Önerdiğimiz hedeflerden biri, eğitimde güven ortamının kurulması. Mesela, hiçbir okul türüne giden çocuk diğerinden aşağı tutulmamalı. İkincisi, siyasi uzlaşının sağlanması. Uzun soluklu strateji öncelikli olmalı. Partiler bir araya gelip anlaşmalı, uzlaşmalı. Bu süreç katılımcı olmalı, hiçbir partiyi dışarıda bırakmamalı. Ve bu stratejiden sapılmamalı. Çünkü eğitim öyle bir şey ki bozduğunuzda başlangıç noktasına geri dönüyorsunuz. Mesela biz 4+4+4’ün değiştirilip bir an önce başka bir sisteme geçilmesini savunmuyoruz. Çünkü böyle değişimler bir anda yapıldığında çok sorun yaratıyor. Üçüncü hedef önerimiz, veriye dayalı karar süreçlerinin sağlanması. Eğitime ayrılan bütçe artıyor her yıl. Pek çok yeni çalışma da yapılıyor. Ama bunların etkilerini yeterince değerlendirmiyoruz. Bir sınav sistemi kaldırılıp yenisi getirilirken öncekinin sorunları yeterince analiz edilmiyor. Pek çok ulusal, uluslararası gösterge var, bunlardan daha iyi yararlanılmalı. OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) yaptığı PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) bunlardan biri. On beş yaşındaki çocukların başarısını gösteren bir değerlendirme. Dördüncü hedef önerimiz de öğrenme uçurumunun kapatılması.   O ne? Birincisi, Türkiye ile OECD ülkeleri arasındaki öğrenme farkı. PISA değerlendirmesi, Türkiye’deki çocukların öğrenmediğini, temel becerilere yeterince kavuşmadığını gösteriyor. PISA 2015 sonuçlarına göre Türkiye, 70 ülke içinde fende 52’nci, matematikte 49’uncu, okumada 50’nci. Türkiye’de 15 yaşındaki çocukların yüzde 51’i matematikte, yüzde 45’i fende, yüzde 40’ı okumada temel becerilerden yoksun. Bu oranlar OECD ortalamasının iki katı. Sıralamada geride olmasına rağmen Türkiye’nin puanları 2012 yılına dek artıyordu, 2015’te puanlar her alanda düştü. İkincisi de ülke içinde öğrenme farkları var. Bölgeler arasında, okul türleri arasında.   Hangi bölgeler daha iyi durumda? PISA üzerinden değerlendirirsek Batı Marmara ve Ege en başarılı bölgeler. Ortadoğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu ise başarının en düşük olduğu bölgeler.   Okul türleri arasındaki farklar nasıl? Fen, sosyal bilimler liseleri yüksek çıktı veriyor. Mesleki ve teknik liselerdeki, imam hatip liselerindeki öğrenme çıktıları çok daha düşük.   Türkiye’de eğitim öğretimi yöneten kişiler bu verilere nasıl bir açıklama getiriyor? Milli Eğitim Bakanlığı, ABİDE (Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi) Projesi ile kendi değerlendirmesini de yapıyor. Orada da benzer sonuçlar alınıyor. Ben bunu dert ettiklerini düşünüyorum. Çünkü öğrenmeyle ilgili hedefler, stratejilerde var. Ama bunun gerçekleşmesi için atılması gereken adımlarda yeterli durumda değiliz.   Neden? Çünkü bazı konular bütçeyle ilgili. Kaynakları verimli ve eşitlikçi kullanıp kullanmadığımızla ilgili. Arkasında kararlı bir irade olmasının da etkisi var. Örneğin, Türkiye’de her yıl 80 bin civarında öğretmen açığı oluyor. Öğretmen yoksa ya okul müdürlerinin bulduğu ücretli öğretmen derse giriyor ya da dersler boş geçiyor. Bu öğrenmenin önünde büyük bir engel.   Neden öğretmen açığı var? Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı’na Maliye Bakanlığı tarafından yeterince bütçe verilmiyor.   Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi neden dar? Aslında çok dar değil ve büyük kısmı personel giderlerine ayrılıyor ama yeterli değil. Bir yandan da norm fazlası öğretmenler var. Bu öğretmenler kendi branşında öğretmen ihtiyacı olmayan yerlerde görevli olan kişiler. Sayılarının 50 binin üzerinde olduğu söyleniyor.   Neden başka yere gönderilmiyorlar? Çünkü zorla ya da kendiliğinden atama yapılmıyor. Norm fazlası öğretmenler ilçe içinde farklı okulda ya da branşta değerlendirilebiliyor. İş yükü az olabiliyor. En kötü senaryoda ise bu kişiler iş yapmıyor. Maalesef, bu da mümkün.   Bu konularda veri bulmak kolay oluyor mu? Çok detaylı veri yok. Bu da istediğimiz bütün analizleri yapmamıza engel olan bir şey. Hangi ilde, hangi branşta, kaç norm fazlası öğretmen var, bunların kaçı derse giriyor; bizim elimizde bunlarla ilgili veri yok.   Bakanlıktan alamıyor musunuz? Talep ediyoruz ama tüm verileri düzenli paylaşmıyorlar.   Gerekçe ne? Veri taleplerine bir gerekçe gelmiyor genellikle.   Siz araştırma yapıyor musunuz? Bazı konularda yapıyoruz. İstatistikler gerçek verileri sunuyor. Araştırmalar ise temsili örneklem üzerinden araştırma sorularına cevap arıyor.   Türkiye’de sizin alanınızda çalışan başka sivil toplum kuruluşları var mı? Evet. Ankara’da Tedmem ve SETA var.   Ne farkınız var? Bizim yaklaşımımızı anlatayım: ERG katılımcı süreçler işletmeye çalışıyor.   Ne demek o? Yaptığı araştırmalarda farklı uzmanlardan, akademisyenlerden, bakanlık bürokratlarından, yapabiliyorsa çocuklardan, ebeveynlerden, öğretmenlerden görüş topluyor. Herkes için kaliteli eğitim misyonuyla çalışıyor, ana çalışma alanı bu. Başka bir konuyla ilgilenmiyor. Eğitim politikasını bir bütün olarak düşünüyor. Veriye dayalı proje geliştirmeye çalışıyor. Örneğin Öğretmen Ağı diye bir oluşum var. Yıllarca öğretmenlerle ilgili yaptığımız araştırmalar şunu gösterdi: Öğretmen, bir çocuğun iyi olma hâli ve başarısında en önemli faktörlerden biri. Öğretmenlerin güçlenmeye, motive olmaya ihtiyacı olduğunu, yalnızlık hissi yaşadıklarını gördük. Buradan yola çıkarak Öğretmen Ağı’nı oluşturduk.   Ne yapıyor bu ağ? Öğretmenlerin ihtiyaçlarına cevap veren, öğretmenlerin bizzat yürüttüğü programlar düzenliyor. Örneğin, mesleki hayatlarında karşılaştıkları problemleri çözmek için yaratıcı problem çözme üzerine çalıştılar. Öğretmenler hizmet içi eğitimlerden ya da seminerlerden yeterince verim alamadıklarını, güçlenmeye, dayanışmaya ihtiyaç duyduklarını söylüyorlardı. Farklı okullardan öğretmenler sendikal ya da siyasi bağ olmadan kolay kolay bir araya gelemiyordu. Yenilikçi öğretmenler, meslektaşları arasında ‘çalışkan öğrenci’ gibi görülebiliyor. Meslektaşları ya da okul idarecisi “Ne diye uğraşıyorsun bunlarla?” diye sorabiliyor. Kendileri gibi düşünen insanlara ihtiyaçları var. Öğretmen Ağı’nda bu öğretmenler bir araya geliyor. Bu tür başka girişimler var mı? 15 yıldır yapılan Eğitimde İyi Örnekler Konferansı var. Bu konferansa bugüne kadar Türkiye’nin farklı yerlerinden 15 bin kadar öğretmen temas etti. Bu konferanslarda neredeyse bütün sunumları öğretmenler gerçekleştiriyor. Öğretmenlerin kendi okullarında bizzat uyguladıkları projeler, yöntemler konuşuluyor. Konferans günleri bizim için çok umut verici oluyor.   Bunu kim düzenliyor? Biz düzenliyoruz. Sabancı Vakfı’nın desteğiyle, Sabancı Üniversitesi’nin kampusünde ERG düzenliyor.   Bu konferanslarda konuşulanları ilgili kişiler nerede bulabilir? Konferansın web sitesinde.   Senin aklında yer eden bir proje var mı? Çok var ama ilk aklıma gelen ‘iğne deliği fotoğraf tekniği’ projesi.   Sizin asıl muhatabınız kim? Politikalara etki etmek istediğimiz için temel muhataplarımızdan biri Milli Eğiim Bakanlığı. Çünkü biz yapıcı bir katkı vermeye çalışıyoruz. Ama karar vericiler aslında tek muhatabı değil bu konunun. Kamuoyunun daha iyi bilgilenmeye her zaman ihtiyacı var. Ebeveynlerle nasıl daha çok iletişim kurabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yıl Eğitim İzleme Raporu’nu Sarıyer Belediyesi’nin iş birliğiyle velilere sunduk. Yüzün üzerinde veli katıldı. Çocuklara da daha çok hitap etmek istiyoruz.   Yaptıklarınız içinde özellikle başarılı bulduğun işler var mı? TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) ile birlikte, eğitime çocukların gözünden bakan bir araştırma yaptık ve bunu raporlaştırdık. Bazı temel meseleleri bu araştırmayla gördük. Mesela, çocuklara “Sence eğitimle ilgili en önemli sorun ne?” diye sorduğumuzda büyük çoğunluğu tuvaletlerin kirli olmasından bahsetti. Son seçimler için hazırladığımız belgede alt maddelerden biri temiz okullar. Bu, tamamen bu çocuk perspektifinden gelen, yetişkinlerin dünyasında yer bulmayan bir konu. Benim katkı verdiğim en iyi çalışmalardan biri buydu.   İşinin en çok neyini seviyorsun? Araştırmanın kendisini zaten hep seviyordum. Bulup çıkarmayı, öğrenmeyi, başkalarıyla paylaşmayı. Bir de toplum yararına bir iş yaptığımı hissetmek beni motive ediyor. Herkesin ilgilendiği bir konu üzerine çalışmak da güzel.   Karamsarlığa kapıldığın oluyor mu? ERG’de çalışmadığım zamanlarda o daha çok oluyordu. Ama burada motivasyonu güçlü tutan insanlar var. Moral bozukluğu oluyor ama umut yitimi olmuyor.   Umudunu nasıl koruyorsun? Hem birlikte çalıştığım kişiler hem de dışarıdan gelen geri bildirimler sayesinde. Bir gazetecinin yaptığımız çalışmayla ilgilenip onu duyurmak istemesi gibi, bir ebeveynin bize e-mail yollaması, bir öğretmenin katıldığı konferansla ilgili olumlu geri bildirim vermesi…   Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra yaptığı ilk açıklamalar sende nasıl bir izlenim bıraktı? Dikkatimi çeken, çocuğu önceliklendirmesi oldu. “Benim heyecanım çocukların heyecanı, benim öfkem çocukların öfkesi” dedi. Bu sözüne dayanarak önümüzdeki dönemde, çocukların durumunun öncelikli olarak gözetileceğini ümit ediyorum ve bunu sevindirici buluyorum. Açıklamalarında öne çıkan bir başka aktör öğretmen. Öğretmen, eğitim sisteminin başarısı için kilit role sahip olduğundan bu vurgu da son derece önemliydi. Bu açıklamanın somut karşılığının görüleceğine inanıyorum. Örneğin ilk açıklamasında Bakan, öğretmenlerin performansını değerlendirmeyi öngören çalışmanın işlevsel olmadığını ve iptal edildiğini söyledi. Öğretmenin güçlenmesi için daha iyi araçların geliştirileceğine inanıyorum. Açıklamalarındaki en önemli vurgulardan biri de eğitim politikası değişikliklerinin aniden yapılmayacağı, veriye dayalı olarak yapılacağıydı. Bu da çok önemli bir ihtiyaç.   ERG’nin önündeki ilk iş ne? Sonbaharda çıkacak Eğitim İzleme Raporu’nun yazılması.   Röportajın aslı için tıklayınız. ]]>