Uzun Hikâye | Mülteci Öğrencim Var

Umay Aktaş Salman
ERG Araştırmacısı

Eğitim politikaları, sistemi ve sorunları konuşulurken, eğitimin öznesi öğretmen, öğrenci ve veliler çoğu zaman gizli özne durumunda. Sayılar, istatistikler eğitimi konuşurken tek başına yeterli değil aslında. Okullarda, evlerde, sokaklarda verilerin ötesinde bir gerçeklik var. Her sayı bir hikâye. “Uzun Hikâye” yazı dizimizde istatistiklerin, uzmanların anlattıklarının yanı sıra eğitimi gerçek öznelerin hikâyeleriyle anlatıyoruz.

Ürkek bakışlarını öğretmeninden kaçırdı. Sessizdi, dilini hiç bilmediği bir ülkede ve okuldaydı. Tahtanın önünde tedirgindi ve titriyordu. İki gün boyunca hiç konuşmadı. Öğretmeni ona bir şey söylemek istediğinde sürekli gözlerini kaçırıyordu. İki günün sonunda sınıftaki tüm öğrenciler resim yaparken, öğretmen onun yanına yaklaştı ve bir kağıda evinin resmini çizdi. Öğrencisine de el hareketleriyle kendi evinin resmini çizip çizemeyeceğini sordu. O da terk etmek zorunda kaldıkları evlerini çizdi. Evin kocaman bir terası, terasta da iki tane bisiklet vardı. Kendisini de elinde rengarenk kurdeleler tutarken çizmişti. Sonra öğretmeni köpeğini çizdi. Öğrencisi de ona kedisini çizerek yanıt verdi. Gülay Öğretmen’in sınıfındaki Suriyeli öğrencisiyle iletişimini başlatan ilk adımı böyle oldu.

Dini, dili ya da özel gereksinimi ne olursa olsun her çocuğa ulaşmak mümkündü. İstedikten ve çocuğu fark ettikten sonra her zaman bir yolu vardı.

Sınıfında, okulunda mülteci öğrencisi olan, eğitim fakültesinden henüz mezun olmamış ama staj yaptığı okulda mülteci öğrencileri ve sorunlarını gözlemlemiş, öğretmen adayları bir arada. Öğretmen Ağı’nın yaptığı deneyim paylaşımları toplantısının başlığı bu kez “Mülteci Öğrencim Var”dı. 25 öğretmen sınıfta ve okulda karşılaştıkları durumları anlatıyor birbirine ve kapsayıcı bir eğitimin nasıl mümkün olduğunu konuşuyor. Birbirlerinden öğrenerek çözümlerin yayılmasını sağlıyorlar aslında.

Hikâyeye farklı dillerde başlamak…

Sümeyye Anıl, özel bir kursta Türkçe öğretiyor. Şarkılarla, karaokeyle, hikâyelerle Türkçe öğrettiğini anlatıyor. Hikâye anlatıcılığı eğitimi alan ve bu yöntemi de uygulayan Anıl, “Mülteci sığınan demek, biz de hikâyelere sığınıyoruz. Hikâyeler bizi birbirimize bağlıyor” diyor. Bir hikâyeye başlarken, bir varmış bir yokmuşun Arapça’sını, Kürtçesini, Farsçasını da söylediğini ve o noktada öğrenciyi yakaladığını söylüyor. Aslında böyle yaparak, öğrenciye “seni, senin gerçeğini tanıyorum ve kabul ediyorum” mesajını verdiğini, sonrasının ise hep olumlu devam ettiğini anlatıyor.

“Herkes para getirsin Suriyeliler hariç!” 

Başka bir öğretmen, mülteci öğrencilere özel bir vurgu yapmamak gerektiğine dikkat çekiyor. Bazen iyi niyetle yapılan davranışların da aslında ötekileştirmeye, ayrımcılığa neden olduğu anlatılıyor. Öğretmenler örnek vermeye başlıyorlar. Bir arkadaşının sınıfta “Yarın herkes sınıfa kağıt parası getirecek, Suriyeli öğrenciler getirmesin” dediğini anlatıyor. Bir okul idarecisi, okullarda Suriyeli öğrencilere dağıtılacak yardımın göstere göstere yapılmaması gerektiğini vurguluyor. Öğretmen adayı bir genç, staj yaptığı okulda Suriyeli iki öğrencinin sınıfta en öne oturtulmasını örnek gösteriyor. Deneyimli bir öğretmen, Türkiyeli bir velisinin veli grubuna Suriyeli öğrencilerin hastalık yaydığını yazdığını, bu önyargının yayılmaması ve ayrımcılığa neden olmaması için neler söylediğini anlatıyor. Nefret suçu kavramını açıkladığını söylüyor. Öğretmene, “Lütfen benim çocuğum onunla oynamasın”, “Savaştan geldiler ya şiddete düşkün oluyorlar” diyen veliler olduğu anlatılıyor.

Sosyal bilgiler ders kitabında Türkiye’nin Suriyeli mültecilere dair yaptıklarının destekten çok yardım odaklı anlatıldığını söyleyen öğretmen, o bölüm okunurken Suriyeli öğrencisi ile göz göze geldiğini ve onun utandığını söylüyor. Sonra sınıfa dönüp, “İbrahim’in de babası sizlerin babası gibi çalışıyor” diye açıklama yaptığını anlatıyor.

Öğretmenlerden kapsayıcı eğitim örnekleri

Öğretmenler, mülteci öğrencilerle ilgili nasıl bir yol izleyecekleri konusunda kimi zaman yalnız hissediyor. Ancak en güzel yöntemler yine onlardan çıkıyor. Öğretmenlerin sınıflarında uyguladıkları yöntemlerin her biri kapsayıcı eğitime iyi örnek.

Onlardan biri Zeytinburnu’ndaki Kazım Özalp İlkokulu öğretmeni Mine Aksar. 36 kişilik bir sınıfı okutuyor. Beş Suriyeli öğrencisinin yanı sıra Afganistanlı ve Doğu Türkistanlı öğrencileri de var.

İkinci sınıf olmasına rağmen, 10 öğrencisinin okuma yazma bilmediğini anlatan Aksar, her birinin farklı ihtiyaçları olduğunu söylüyor:

Çokdilli sözlük yaptılar

“Çok zorlandım. Sınıfımdaki diğer çocuklara durumu açıklayarak desteklerini istedim. ‘Arkadaşlarınız da okuma yazmaya geçmek istiyorlar. Sizinle de başka etkinliklerde ilerlememiz gerekiyor’ dedim. Okuma yazmaya geçmeyen kalmadı. İl millî eğitim müdürlüğünün ‘Sözlük Özgürlüktür’ projesi vardı. Onu biraz esnettim, zenginleştirdim. Sınıfta da çokdilli bir sözlük yaptık. Aşçı kelimesini öğreniyorsak, Afganca, Uygurca, Arapça’sını da öğrendik. Çünkü o çocukların yok sayılması ayrımcılık. Sınıfta bir etkinlik yapılıyor, onlar katılmıyor. Buna rağmen devam ediliyorsa o da ayrımcılık. Öğretmenlerin yetebilme noktasında çaresizliği var ama sınıf ortamlarında öğretmenin özgür olduğunu düşünüyorum. Esnetmek, zenginleştirmek ve daha kapsayıcı hale getirmek de bizim elimizde.”

Aksar, sınıfının yanı sıra okuldaki 1 ve 2. sınıftaki mülteci öğrencilerin akranları ile kaynaşabilmesi için de ayrı bir çalışma yaptı. Tenefüslerde ayrı gruplar olarak kaldıklarını, dil konusunda birbirleriyle sıkıntı yaşadıklarını görüyordu. Bir buçuk ay boyunca okulda hafta sonları Türkiyeli öğrenciler ve mülteci öğrencileri bir araya getirdiği drama çalışmaları yaptırdı. Okul yönetimi alan sağladı. Öğretmen arkadaşları öğrencilerini gönderdi, destekledi ve kimi de çalışmalara katıldı.

Dil bariyerini drama ile aştılar

Afgan, Doğu Türkistanlı, Suriyeli, Türkiyeli öğrenciler dil bariyerini drama ile aştı. Aksar o süreçte neler yaptıklarını ve nelerin değiştiğini şöyle anlatıyor:

“Okulda da birey oldukları ve fark edildikleri etkinliklerle, ne kadar az kelimeyle ne kadar çok şey yapabiliriz diye düşündük. Devamı olmaz diye düşünüyordum ama 18 kişi ile başladık 23 kişi ile bitirdik. Çemberde kurduğumuz oyunda herkes kendi dilinde selamını veriyordu. Mesela bir de pandomim gösterisi yaptık. Gösteri de geçmişten günümüze çocuk oyunlarını anlatıyordu öğrenciler. Ülkelerinin oyunlarının birbirine benzediğini fark ettiler. Yakınlaştılar, oyunun birleştirici gücü oldu. Bu süreç boyunca hafta arası ben de çocukları gözlemledim. Drama çalışmalarından sonra çocuklar aynı dili konuşamasa da birbirleriyle selamlaşmaya başladılar. Şiddet davranışları azaldı. İletişimleri arttı.”

Öğretmenin tutumunun atmosferi çok etkilediğini vurgulayan Aksar, yetişkinlerin önyargılarının sınıf içi iletişime de kimi zaman yansıdığını söylüyor. Artık, bu gerçek üzerinden okulların yapılandırılması, idarecilere ve öğretmenlere alan açarak ilerlenmesi gerektiğini vurgulayan Aksar “ Bu konuda öğretmenleri de ateşleyecek gerçekçi bir uygulama lazım” diyor.

Bir diğer iyi örnek uygulaması 21 yıllık öğretmen Gülay Bulut’tan. Fatih ilçesindeki bir devlet okulunda çalışıyor. 28 kişilik sınıfında biri İranlı, biri Türkmenistanlı, ikisi de Suriyeli olmak üzere 4 mülteci öğrencisi var. Bu yıl 4. sınıftan öğrencilerini mezun etti. Suriyeli öğrencisi ilk geldiğinde iletişime geçmek için hayatına dair bilgileri resim çizerek anlattığını ve öğrenci ile bu sayede bir bağ kurduğunu söylüyor. Mezun ettiği Suriyeli öğrencisi öğretmen olmak ve savaş bittikten sonra Suriye’de öğretmenlik yapmak istiyor. Öğretmen olduğunda sınıfına öğretmeni Gülay Bulut’u da davet edecek. Bu hayali kurarak geçirdiler eğitim yılını. Öğretmenin mülteci öğrencilere olan tavrının sınıfın tavrını da belirlediğinin altını çizen Bulut, empati ve çocuğa saygıyla nelerin değiştiğinin kanıtı:

“Yaşasın sınıfa yeni bir arkadaş geldi!”

“Ben sınıfa yeni bir öğrenci geldiğinde hep yaptığım gibi davranıyorum aslında. ‘Yaşasın yeni bir arkadaş geldi’ ‘Yaşasın yeni oyunlar öğreneceğiz ondan’ diyorum. Aslında çocuklarda ayrım olmuyor. Yeni gelen öğrenci ‘Suriyeli’ olmuyor onlar için. Anne babaların tavrı, çocukların tavrı öğretmenin tavrı ile çok alakalı. Bir öğretmen sınıfta bir çocuğu ötelerse, çocuklar öğretmenden daha çok öteliyor. Velilerim ‘Sınıfımıza Suriyeli mi geldi’ diye sorduğunda, sohbet ettik. Bunun bir öneminin olmadığını anlattım. ‘Sizin için Adıyamanlı mı geldi?’ diyorlar diye sordum. Çocukların uyum yeteneği çok fazla, okulda olmalarının değerini biliyorlar ve çok çabuk öğreniyorlar. Birbirlerine çok yardımcı oluyorlar. Arkadaş ilişkilerini de gayet güzel kuruyorlar. Biz hangi yaştan sonra ayrımcı olmaya başlıyoruz bilmiyorum. Otizmli bir öğrencim vardı, sınıfta onun da altını çizmedim. Yusuf farklı ama bu Yusuf diye düşünüyor çocuklar. Her birinin farklılıkları var. Her çocuğun davranış problemleri ya da akademik problemleri olabilir. Onun otizmli, Suriyeli olması bir şeyi değiştirmez. Doğal olan bu düşünce. Çocuklar da bunu böyle öğrenebilmeli.”

“Desteğe ihtiyacımız var”

Mülteci öğrenciler konusunda öğretmenlerin bu duruma hazırlıksız yakalandığını söyleyen Bulut, bu konuda daha fazla desteğe ve meslektaşlarıyla paylaşıma ihtiyaç olduğunu anlatıyor:

“Öğretmenlerde kemikleşmiş bir yapı var. Bakanlığın kapsayıcı eğitim semineri oldu. Zamanlaması ve bize bildirilmesi iyi değildi ama öğretmenler daha etkin yararlanabilirdi.”

“Yeter ki öğretmen alan açsın”

Kadırga İlkokulu Öğretmeni Nehir Sevimli de çok kültürlü bir sınıfa sahip. Okuttuğu ikinci sınıfta 27 öğrencisi var. Bunlardan yedisi Suriyeli, biri Senegalli, ikisi Moldovalı. Öğrencileri ikinci sınıftan aldığı için çok ağır bir okuma yazma ve Türkçe problemi yaşamadığını anlatıyor. Sevimli, kendi yöntemlerini ve deneyimlerini şöyle paylaşıyor:

“Çocuklar arasında nereden geldikleri arasında bir şey yok. Farkında bile değiller. Bir tane erkek ve üç kız öğrencinin yaşı büyük mesela. O çocukların fiziksel gelişimi farklı ama buna rağmen ayrım yok. Yeter ki öğretmen alan açsın, kuralları onlarla birlikte belirlesin. Bu yıl şiddetsiz iletişim çemberi yaptık. ‘Bugün ne hissediyorsunuz’ dedik birbirimize. Hayal gücü merkezi kurduk. ‘Bugün neyi merak ediyorsunuz’ diye sordum, Gruplara ayrılıp sorularını sordular. Bu çalışmalar çok besleyici oldu. Yönetici ve öğretmenlerin bakış açısı da önemli. Ötekileştirmiyorlar. Çocuğun durumunu mülteci olmasıyla ilişkilendirilmiyor. Veli işbirliği de var.”

Yerli malı haftasını kültürleri tanıtan bir güne dönüştürdü

Sevimli’nin sınıfta uyguladığı en etkili yöntemlerden biri ise yerli malı haftasını kültürleri tanıtan bir hale dönüştürmek olmuş aslında:

“Yerli malı haftasında ‘ne yapalım’ dediğimizde, ‘en sevdiğimiz yiyecekleri getirelim’ diyen de oldu, ‘memleketimizin en meşhur yiyeceklerini getirelim’ diyen de. Hepimiz farklı yerden geliyoruz. Batmanlılar balla, Ordu ve Giresunlular çay, fındık getirdiler. Harita üzerinde memleketlerinin sınırlarını renkli boyalarla çizdik. Sonra Türkiye haritasının yanına Afrika haritası koyup Senegal’i işaretledik, Suriye haritasını yanına koyduk. Öğrenciler doğdukları şehirleri işaretledi. Her gün iki, üç öğrenci bir şey getirdi. Senagalli öğrenci değişik baharatlı pilav getirdi mesela. Suriyeli öğrenciler özel günlerde yapılan yemeklerden getirdi. O getirilenleri birlikte tattık. İnternetten o şehirlerle ilgili tanıtıcı kısa videolar buldum, onları izledik. Tüm öğrencilerim heyecenla ertesi gün tadacakları yemekleri ve izleyecekleri videoları beklediler. Süreç tamamlandıktan sonra bile ‘Öğretmenim açar mısınız Muş’u, Trabzonu, Suriye’yi bir daha görelim’ diyenler oldu. Farklılığın normal olduğunu gördüler, sıradan olan bu işte.”

Sevimli, Suriyeli öğrencilerin ailelerinin evine ziyarete gitmesinin de çok olumlu etkiler doğurduğunu anlatıyor. Sevimli de kendini besleme gayreti içinde olan 17 yıllık bir öğretmen. Masal anlatma eğitimleri de almış. Öğretmenlerin kendi alanlarıyla ilgili etraflarına, dünyaya daha çok bakmaları gerektiğini de anlatan Sevimli, “Öğretmenin her zaman kişisel gayreti, zamanı ve bütçesi uygun olmayabilir çeşitli eğitimlerle desteklenmek de, öğretmenlerin birbirini beslemesi de önemli” diyor.

Eğitim ne kadar kapsayıcı?

Peki Türkiye’de kapsayıcı eğitim ne kadar hayata geçebiliyor? Cinsiyet, etnik köken, dil, din, yerleşim yeri, sağlık durumu ve sosyo ekonomik durum gibi benzeri koşullardan bağımsız olarak tüm çocukların gereksinimlerine cevap veren bir eğitim sistemi var mı? Mülteci öğrenciler açısından duruma bakacak olursak, daha çok Suriyeli öğrencilerle ilgili verileri biliyoruz. Türkiye’de 5-18 yaş aralığında 1 milyon 150 bin Suriyeli çocuk var. Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), özellikle çocukların okullulaşması anlamında büyük adımlar attı. Okullulaşma oranı yüzde 37’den yüzde 62,35’e çıktı. Ancak hâlâ çocukların yüzde 38’i eğitime erişemiyor. MEB, ayrıca okullarda Türkçe kursları, telafi eğitimleri, öğretmen eğitimleri, farkındalık çalışmaları da yapıyor. Çoğunluğu Afganistanlı, Iraklı, Somalili olan öğrenci sayısı yaklaşık 42 bin. Ancak Suriyeli olmayan mülteci nüfusun eğitimdeki durumuna dair bilgiler çok daha sınırlı.

Eğitime ulaşıyorlar ama…

Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi’nden (SEÇBİR) Müge Ayan ise, eğitime erişimin sadece fiziksel erişimle kısıtlı olmadığını vurgulayarak kapsayıcı eğitimin önündeki engelleri şöyle anlatıyor:

 “Suriyeli çocuklar hakim olmadıkları bir dilde eğitim görmek durumunda kalıyor. Dil meselesi, kendi içinde çok boyutlu ve karmaşık bir mesele. Genellikle okullarda da sivil toplum çalışmalarında da bu mesele, mülteci çocukların Türkçe öğrenmesine indirgenebiliyor. Oysa meseleyi hem mülteci çocukların Türkçe öğrenmesi hem de anadillerinin okuldaki temsiliyeti kapsamında düşünmek gerekir. Dünyada ‘çokdillilik ve eğitim’ üzerine yapılan çalışmalar şunu gösteriyor; Çocukların anadillerinde okula başladıkları, hakim dilin (bizim durumumuzda Türkçenin) bir süre sonra devreye girdiği ve her iki dilde eğitimin devam ettiği uygulamalar en etkili sonucu veriyor. Ancak böyle bir model uygulandığında çocuklar anadillerinde olmayan bir dilde verilen alan bilgisini (Matematik vb) anlayabilecek dil yeterliliğine kavuşuyorlar.

 Veli eğitimleri de çok önemli

 Ayan, eğitimin kapsayıcı olması için önyargılı yaklaşımlarla mücadele etmek için kapsamlı çalışmalar da yapılması gerektiğinin altını çiziyor:

“Mülteci çocuklarla ilgili gerçeklikle bağdaşmayan o kadar çok önyargılı yaklaşım var ki. Bunun hem öğretmen boyutu hem veli boyutu hem öğrenci boyutu var. Yetişkinlerin bu önyargıları ve ayrımcı davranışlarına tanık olmak, çocukların da akran zorbalığı yapmasına önayak oluyor. Bu anlamda doğru bilinen yanlışların ortaya koyulduğu veli eğitimleri; öğretmen eğitimleri yapılması gerekiyor. ”

Ayan, öğretmenlerle yaptıkları deneyim paylaşımı toplantısında anlatılan yöntemlerin aidiyet meselesini çok net ortaya koyduğunu vurgulayarak, “Çocuklar okulda, kendi dillerinden ve kozmolojilerinden bir şeyler bulduklarında kendilerini okula ait hissedebiliyorlar” diye konuşuyor.

“Bu iyi örnekler münferit kalmamalı”

Ayan, öğretmenlerin geliştirdikleri stratejileri bu açıdan çok önemsediğini ama ne yazık ki bunların öğretmenlerin münferit uygulamaları olarak kaldığını söylüyor:

“İşleyen stratejileri duymak, deneyimleri paylaşmak ve iyi örnekleri yaygınlaştırmak gerekiyor. Öğretmen Ağı bunu mümkün kılmak için bir zemin işlevi görüyor; bu çok değerli. Millî eğitimin meseleyi kapsayıcı eğitim bağlamında ele alıyor olması önemli. Ama yapılan öğretmen eğitimlerinde etkileşimsel yöntemler yeterince kullanılmadığından eğitimler yeterince etkili olmuyor. Öğretmen, gündelik okul pratiklerinde elini rahatlatacak bir bilgi ya da donanım ile çıkamıyor bu eğitimlerden. Bu eğitimlerde dil meselesini kapsamlı olarak ele almak gerek. Türkiye’de yaşamakta olan önemli sayıda Suriyeli öğretmen var. Bu öğretmenlerin önemli bir kaynak olduğunun da farkına varmak gerekir diye düşünüyorum.

Öğretmenlerin anlattıkları, okulların fiziksel koşulları, sınıfların kalabalıklığı ya da başka sıkıntılar kenara koyulduğunda, sadece iletişimle bile nelerin üstesinden gelinebileceğinin kanıtı. Bu örnekleri çoğaltmak ve yaygınlaştırmak için öğretmenlere daha fazla kulak verilmesi, alan açılması ve öğretmenlerin desteklenmesi çok önemli.

* Bu konuda Öğretmen Ağı ve SEÇBİR ortaklığında sivil toplumun ve öğretmenlerin biriktirdikleri bilgi ve deneyimi yaygınlaştırmak amacıyla 22 Eylül’de İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde bir sempozyum gerçekleştirilecek.

Diğer Uzun Hikâyeler

Uzun Hikâye | Depremin Birinci Yılında Hatay’da Eğitimin Durumu

Depremin birinci yılında öğretmenler Hatay’da eğitimin durumunu ve ihtiyaçlarını anlatıyor  Depremin yarattığı yıkımın en fazla olduğu illerden Hatay’da dersliklerin yüzde 45’i kullanılmaz hâle geldi. Kentte konteyner okullar kuruldu; sağlam kalan okullardan bazıları binalarını, yıkılan ya da hasarlı olan okullarla paylaşıyor. İkili eğitim oranı arttı. Kent

Uzun Hikâye | Tüm Varlıkları Gözeten Dünyalar Eğitim Yoluyla Nasıl Kurulabilir?

Eğitim Reformu Girişimi’nin 2004 yılından beri düzenlediği, Türkiye’nin dört bir yanından öğretmenlerin hazırladığı yaratıcı materyalleri ve uygulamaları görünür kılan Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nın 19’uncusu gerçekleştirildi. 17 farklı ilden seçilen 53 uygulama, ilham veren çözümler öneriyor. Uzun Hikâye’nin bu bölümünde öğretmenlerin uygulamalarına yer verdik.

İlginizi Çekebilecek İçerikler

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-3 | “Din Eğitimi İdeolojik Kavgaların Sebebi Hâline Getirildi”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. Üçüncü bölümde Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. M.

Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi-2 | “Endoktrinasyon Niteliğindeki Din Öğretimi Düşünce, Din veya İnanç Özgürlüğünü İhlal Eder”

Türkiye’nin kutuplaşmış ortamı, din öğretiminin spekülasyondan uzak, daha derinlikli konuşulmasını engelliyor. Bu sorundan hareketle hazırladığımız dört bölümlük “Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü Söyleşi Dizisi”yle konuyu daha geniş çerçevede ele almayı amaçlıyoruz. İkinci bölümde İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Koordinatörü Dr. Mine Yıldırım’la  okullarda dinler hakkında eğitimi,

Program Geliştirme, Uygulama, İzleme, Ölçme ve Değerlendirme Süreçlerine İlişkin ERG’nin Görüşleri ve Önerileri

Teknolojik gelişmelerin ve sosyal değişimlerin hız kazandığı, öte yandan mevcut sorunları derinleştirdiği zamanlardayız. Ekonomi, sağlık, kültür ve sosyal sistemler sürdürülebilirlik açısından alarm veriyor. Son yıllarda yaşanan birçok kriz, insanlığın kurduğu çeşitli sistemlerin dayanıksız ve sürdürülemez olduğunu gözler önüne serdi. Siyasi kutuplaşmanın eğitime olumsuz etkileri ve