Türkiye’de Eğitim Sisteminde Ayrımcılık

Nurcan Kaya, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu 

Eğitim hakkı temel insan haklarının en önemlilerinden birisidir. Bu hakkı başka pek çok temel insan hakkından ayıran özelliği kendi başına bir hak olmasının yanı sıra diğer insan haklarının gerçekleşmesinde ve sosyal adaletin sağlanmasında hayati bir araç işlevi görmesidir.

 

Eğitim hakkı özellikle dezavantajlı durumdaki çocukların yoksulluktan kurtulabilmelerini ve bulundukları topluma tam olarak katılabilmelerini sağlayacak yolları elde edecekleri temel bir araçtır. (BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi 13 No’lu Genel Yorumu)

Tüm çocukların ırk, renk, etnik köken, dil, din ve inanç ayrımı gözetilmeksizin eğitim hakkından eşit bir şekilde yararlanabilmeleri gerekir. Anayasa’nın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10. Maddesi ve Mili Eğitim Temel Kanunu’nun eğitim kurumlarının dil, din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin herkese açık olduğunu düzenleyen 4. Maddesinin varlığına rağmen Türkiye’de bazı grupların eğitim hakkından eşit bir şekilde yararlandığını söylemek maalesef mümkün değildir. Ülkede adeta yalnızca Türk ve Sünni/Müslüman olan insanların yaşadığı varsayımı üzerine şekillenen eğitim sistemi bu kimliklere sahip olanların dışında kalan çocukların eğitim haklarını gerektiği gibi güvenceye almamaktadır.

Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi içeriğinde yapılan bir takım değişikliklere rağmen hala esas olarak Sünni İslam inancına dair bilgiler içermektedir ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı olarak farklı bir inanca mensup olan Alevi çocuklar hala bu dersi almak zorundadır. Bu dersten muafiyet mekanizması da muafiyetten yararlanan Hristiyan ve Musevi gibi grupların inanç hürriyetini ihlal etmektedir.

Anadilinde/çokdilli eğitim sadece azınlık okullarında yapılmakta ve bu okullar uluslararası hukuka ve Lozan Anlaşması’na aykırı muamelelere maruz kalmaktadır. Devlet okullarında hala anadilinde/çokdilli eğitim sağlanmamakta, bu durum Türkçeyi hiç veya yeterli düzeyde bilmeyen milyonlarca Kürt, Süryani ve Arap gibi gruplara mensup öğrencileri dezavantajlı duruma sokmaktadır. Seçmeli Yaşayan Diller ve Lehçeler derslerinin müfredata alınması olumlu bir gelişme olmakla beraber bu dersleri veren öğretmenlerin eğitilmeleri ve atanmaları, ders kitapları ve materyallerinin hazırlanması ve derslerin tercih edilebilmesi gibi konularda ciddi sorunlar yaşanmaktadır.

Romanlar ve mevsimlik işçiler gibi grupların çocukları eğitim kurumlarına erişimde ve devam etmekte güçlüklerle karşılaşmaktadır. Dezavantajlı durumda olan bu gruplara yönelik ve yeterli düzeyde özel tedbirlerin uygulanmaması halinde bu sorunun devam edeceği aşikardır.

Eğitim sistemi Türkiye’de her daim belirli bir ideolojiyi hayata geçirmenin aracı olarak görülmüştür. Günümüzde de eğitim sistemi milliyetçi ve dindar gençler yetiştirmenin aracı olarak görülmektedir. Bu bakışın değişmesi, ülkede yaşayan tüm kimliklerin eşitliğinin kabul edilmesi ve katılımcı bir karar verme mekanizması geliştirilmesi halinde bu sorunlara kalıcı çözümlerin bulunması mümkündür.

Raporun tamamına buradan erişebilirsiniz.

Bu blog yazısı ERG’nin görüşlerini yansıtmaz. Sorumluluk blog yazarına aittir.

İlginizi Çekebilecek İçerikler