Önümüzdeki Yıllarda En Önemli Sorunumuz, Eğitim

Dünya, Tuba İlze Görmezoğlu Eğitim toplumsal değişimin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesinde belirleyici bir role sahip. Ülkemizde 1997 yılında başlatılan reform süreci ile her nekadar eğitim girdileri nicelik açısından genel bir artış göstermiş olsa da yasadıkları hızlı ve başarılı ekonomik kalkınma süreciyle örnek gösterilen Doğu Asya ülkeleri ile karşılaştırıldığında eğitim hizmetlerinin toplumun her kesimine ulaştırılmasında kaydedilen ilerleme sınırlı. Örneğin Güney Kore -ülkelerin net okullaşma oranını yüzde 90’ın üzerine çıkarmış olmalarının önemli bir başarı olarak görüldüğü günümüzde- 1995 yılında gerçekleştirilen eğitim reformu ile ilköğretimden ortaöğretime devamı yüzde 95 düzeyine çıkarmyş. Eğitime ayrılan bütçenin 38 milyar dolar ile toplam bütçenin yüzde 20’sini oluşturduğu ülkede kız ve erkek öğrencilerin eğitime katılımı eşitlenmeye çalışılmış, öğrencilerin farklı ihtiyaçlarına cevap verebilecek demokratik üniversiteler amaçlanmış, bu süreçte sadece sınav sonuçları değil, eşitlik ilkesi de sorgulanmış. Bu reform kapsamında öğrenciler birkaç alanı birlikte seçebilmişler, performans temelli üniversite değerlendirmeye geçilmiş, merkezi eğitimden, yerel otoritelere geçiş sağlanmış, her okulda okul konseyleri kurulmuş, bu konseylerde özellikle velilere ve öğretmenlere yer verilmiş. En önemlisi de ulusal bir eğitim programı ortaya konulmuş ve bu program her gelen hükümetle birlikte değişime uğramamış. Geçtiğimiz günlerde Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi koordinatörlüğünde yürütülen Eğitim Reformu Girişimi (ERG) eğitim politika ve uygulamalarında yaşanan gelişmeleri ele almak ve son on yılı değerlendirmek üzere hazırladığı “Eğitim İzleme Raporu 2007″nin sonuçlarını açıkladı. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda en önemli sorununun eğitim olduğunu hatırlatan ERG Direktörü Prof. Dr. Üstün Ergüder, “Çok genç bir nüfusumuz var ve bu nüfusun çağdaş değerlerle donatılması çok önemli” diyor. 1997 yılında sekiz yıllık zorunlu eğitime geçilirken atılan adımın zor ama önemli bir adım olduğunu ifade eden proje uzmanı Özsel Beleli ise özellikle okul öncesi eğitimin önemini vurguluyor ve sekiz yıllık eğitimden 12 yıllık eğitime geçilirken önceliğin okul öncesi eğitim olması gerektiğini belirtiyor. Zorunlu eğitimin beş yıldan sekiz yıla çıkaryıdığı 1997 yılı ile 2007 yılı arasındaki döneme bakan raporda verilen bilgilerden bazıları şunlar: – İlköğretim çağındaki her üç çocuktan biri yoksul bir hanede yaşıyor. 6-14 yaş grubundaki çocukların yoksulluk oranı yaklaşık yüzde 35 ve diğer tüm yaş gruplarına göre daha yüksek. İlköğretim çağında olmasına rağmen okula devam etmeyen her beş çocuktan biri okula devam etmemesinin esas nedenini “okul masraflarını karşılayamamak” veya “çalışmak zorunda kalmak” olarak belirtiyor. – Okul öncesi eğitim ve ilköğretim çağındaki çocuklar yetersiz besleniyor. İlköğretim çağındaki çocuklar arasında, demir eksikliğinden kaynaklanan beslenme anemisinin yüzde 25-30 oranlarında olduğu tahmin ediliyor. Yetersiz beslenme çocukların bilişsel gelişimi, eğitime devamları ve öğrenme süreçlerine etkin katılımlarının önünde önemli bir engel oluşturuyor. – Okula gitmeyen her beş çocuktan üçü kız çocuğu. İlköğretimin ilerleyen yıllarında kız öğrencilerin erkek öğrencilere oranı giderek düşüyor. Ağrı, Bitlis, Muş, Şanlıurfa, Şırnak ve Van illerinde ilköğretimden iki erkek öğrenciye karsılıık bir kız öğrenci mezun oluyor. – Kadın-erkek arasındaki eğitim süresi farkı artıyor. Toplam eğitim süreleri açısından bakıldığında, Türkiye hariç tüm OECD ülkelerinde son 20 yılda kadınlar lehine bir değişim görülüyor. – Okul öncesi eğitime erişimde iller arasında uçurum var. Okul öncesinde 48-72 ay okullulaşma oranı, Ağrı’da yüzde 12.6 iken Amasya’da yüzde 74.7 oranında seyrediyor. Sunulan öncelikli öneriler ise şunlar: 1. Eğitim hizmetleri dezavantajlı çocukların özel koşullarına yanıt verebilecek şekilde geliştirilmeli ve çeşitlendirilmeli 2. Okul öncesi]]>