Eğitim Şart. Ama Nasıl Bir Eğitim?

Prof. Dr. Üstün Ergüder, ERG Yönetim Kurulu Başkanı

Eğitim şart ama nasıl bir eğitim? Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Üstün Ergüder Eğitim Reformu Girişimi (ERG)’nin kuruluş hikayesini ve eğitimin amaç ve içerik bakımından ihtiyaçlarını anlattı.”İnsan haklarına ve adalete değer veren, farklı dünya görüşlerine açık ve saygılı, analitik ve eleştirel düşünme becerilerine sahip, işbirliği odaklı bireylerin yetişebileceği ortamları hazırlamak olmalı temel meselemiz. Bu, müfredata konulacak bir dersle yaşama geçecek bir hedef değil elbette.”

Geçtiğimiz ay yeni bir öğretim yılına başladık. Bu vesileyle kaleme alınan birçok gazete haberi, köşe yazısı okuyoruz, televizyonda pek çok yorum duyuyoruz, haberler izliyoruz. Hepsinin ortak yönü: eğitim şart. Bu ifade bazen slogan düzeyinde kalıyor, bazen ise eğitimin niye şart olduğu anlatılmaya çalışılıyor. En çok öne çıkan noktalar ise teknolojik açıdan dünyayı yakalamamız gerektiği; PISA ve TIMSS gibi uluslararası bilgi ve bilgiyi kullanma becerilerinin sınandığı sınavlarda çocuklarımızın diğer ülkelerdeki akranlarından çok geride oldukları. Bu sonuca varılırken en çok kullanılan gösterge ise fen ve matematik puanları. 1990’lı yıllarda bu tür sonuçlar Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından çoğunlukla sır gibi saklanırdı. Günümüzde ise bu sonuçların kapalı kapılar arkasında kalmaması ve tartışılıyor olması bile ileri bir adım. Peki yeter mi?

Tabii ki “eğitim şart” demenin çok ötesine geçip, toplumda geniş bir mutabakata varan bir vizyon ve eylem planı geliştirmemiz gerek. Bu konuları 1990’lı yılların sonunda çok kıymetli meslektaşım rahmetli Tosun Terzioğlu ile sık sık konuşurduk. O zamanlar Tosun, Sabancı Üniversitesi’nin kurucu rektörüydü. Ben ise Boğaziçi Üniversitesi’ndeki rektörlük görevimin sonuna yaklaşıyordum. Tosun matematikçi, ben ise siyaset bilimcisiydim. Bu konuşmaların, fikir alışverişlerinin sonucunda, Türkiye’nin en önemli sorununun yükseköğretim değil, gençlerimizi üniversiteye hazırlayan temel eğitim süreci olduğu sonucuna varıyorduk. 2003 yılında Eğitim Reformu Girişimi’ni (ERG) kurmaya karar verdik. Bir sivil toplum kuruluşu olarak ERG’nin hedefi, ülkemiz gençlerinin eşitlikçi bir sistemde çağdaş bir eğitim almasını ve diğer ülkelerdeki akranlarıyla benzer yeterlikte olmalarını hedefleyen, akılcı ve veriler üzerine inşa edilmiş politikaların geliştirilmesi ve uygulanmasına katkıda bulunmaktı. Şunu da söylemek gerek; o günkü düşüncelerimizin temel sorunsalı iyi fen ve matematik eğitimi verebilmekten daha genişti. Çocuklarımızı nasıl kendilerine, çevrelerine ve başkalarına saygılı, itaat etmek yerine sorgulayabilen, haklarını bilen ve sorumluluk alabilen yurttaşlar olarak yetiştirebiliriz sorusuna odaklanıyordu.

ERG kurulalı neredeyse 14 yıl oldu. Özellikle eğitime erişim konusunda önemli yol aldık. Dışlanmış gruplar eğitimde daha görünür hale geldi ve sorunları daha sık tartışılıyor. Daha çok sınıfımız ve öğretmenimiz var, eğitime daha fazla kaynak ayırıyoruz. Ancak, içeriğe bakarsak hala aynı şeyleri tartışıyoruz; endişelerimizin yersiz olmadığını görüyoruz. Bu kadar yıl sonra çok yol almadığımızı düşünüyorum. Haklarını bilen ve koruyan, sorumlu, etrafına saygılı, demokratik tutumları benimsemiş yurttaşlar sorunu ise hiç gündemde değil gibi. Her siyasi dönemin ideolojik tercihlerine göre eğitim sistemimizi şekillendirmeye çalışıyoruz; bunun bugünkü ifadesi “değerler eğitimi.” Halbuki biz, eğitim sistemimizin güçlü bir toplumsal mutabakat ve ortak değerler üzerine inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorduk. Bu da dogmatik olmaya yönelen ideolojik eğilimlerle olmaz.

ERG olarak yola çıktığımızda, yani 2003 yılında, hazırladığımız ilk raporun konusu önümüzdeki “fırsat penceresi” idi. Bu rapor ülkemizde nüfus baskısının azaldığını, bu nedenle kalitenin eşit dağıldığı bir eğitim sistemine yatırım yapmanın tam zamanı olduğunu ileri sürüyordu. Ancak bu “fırsat penceresini” ıskalamanın eşiğine geldik çünkü çocukların yararı yerine siyasal çıkarlara öncelik veren tutumlar nedeniyle hep geçmişle kavga ediyoruz. Önümüze bakamıyoruz. Bu kavgalar, kutuplaştırıcı söylemler bize kan kaybettiriyor, bütün enerjimizi tüketiyor ama zaman durmuyor; akıp gidiyor. Çocuklara geleceğe bakmayı, sürekli öğrenmeyi bu şekilde öğretemeyeceğimiz aşikar. Enerjimizi bizi ileriye taşıyacak vizyonu geliştirmeye, toplumsal mutabakatı gerçekleştirmeye harcamalıyız ki eğitim sistemimiz sürekli bir yaz boz tahtasına dönmesin.

Peki ne yapmalı? Her şeyden önce, geçmişle kavga etmeyi bırakıp geleceğe bakmak gerekiyor. Bu kapsamda, eğitimin amaçlarını, “nasıl bir eğitimin şart” olduğunu masaya yatırmamız lazım. Son dönemde yaşananlar bize cumhuriyetin temel değerlerinin önemini bir kez daha anımsattı. Temel değerlerden kastım elbette dogmalar değil, günümüze güncelleyerek taşıyıp ilke edineceğimiz değerlerden bahsediyorum; bilime ve akla verilen önem, demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik ve sosyal devlet. Bunlara, ülkemizin geçmişinde pek aşina olmadığımız çoğulculuğu da muhakkak eklemek lazım.

Matematik ve fen becerileri elbette çok önemli ama eğitimin odağında demokratik ve barışçıl tutumları benimsemiş aktif yurttaşların yetişmesi olmalı diye düşünüyorum. İnsan haklarına ve adalete değer veren, farklı dünya görüşlerine açık ve saygılı, analitik ve eleştirel düşünme becerilerine sahip, işbirliği odaklı bireylerin yetişebileceği ortamları hazırlamak olmalı temel meselemiz. Bu, müfredata konulacak bir dersle yaşama geçecek bir hedef değil elbette. Eğitime dair kamuoyundaki tartışmaları bu ruhla yürütmek, okul yaşamını buna göre düzenlemek gerekecek. Aksi halde, potansiyellerini gerçekleştirmiş bireyler ve toplumsal barış, hayal olarak kalmaya mahkum.

İlginizi Çekebilecek İçerikler